13 Mayıs 2009 Çarşamba

Etkinlik Haberi


Trabzon'da son yıllarda çıkan edebiyat dergileri Türkiye'de ses getirirken aynı zamanda bu dergiler sayesinde farklı okur kitleleri kazanan genç yazarlar birbiri ardına kitaplarını okuyucularla buluşturuyor.

Ada dergisinin editörü Serkan Türk bu isimlerden biri. Trabzonlular'ın yıllardır radyo programlarıyla tanıdığı genç yazar aynı zamanda Radyo Aktif'in yayın koordinatörlüğünü de sürdürüyor. 'Uzak Yaz' ve 'Rüzgârlı Camlar' adlı iki öykü kitabı ve 'Her Şeyin Güzel Olma Nedenleri' isimli bir şiir kitabı da bulunan genç yazar bir dizi etkinlik çerçevesinde Zonguldak ve Kütahya'da öğrencilerle ve okuyucularla buluşacak. Bugün sabah saatlerinde Devrek Lisesi'nde, yine aynı gün saat 13.30'da METEM Okulunda 14 Mayıs saat 10.00'da Anadolu Lisesi'nde, saat 13.30'da da Eğerci Lisesi'nde öğrencilerle söyleşen ve kitaplarını imzalan Serkan Türk, gördüğü ilgiden bir hayli memnun.

Türk ayrıca, etkinlik çerçevesinde öykü yazma teknikleriyle ilgili bir program gerçekleştirecek. Zonguldak'ın Devrek ilçesinde, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 13 ve 14 Mayıs tarihlerinde Serkan Türk'ün katılacağı programda öğrencilerin okuma ve yazma konusunda ilgi duymalarını sağlamak amaçlanıyor.

Genç Yazar 17 Mayısta'da Kütahya'da okurlarıyla buluşacak.

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-10

Fatih Yavuz Çiçek: Serkan Türk’ün Kül Sanat Yayıncılık tarafından yayınlanan “Rüzgârlı Camlar” öykü kitabını alıp okumaya başladığımda aklıma Kemal Bek’in “Şiirden Eleştiriye” kitabının önsözü geldi. “Okumak; Şeyh Galib’in, Hüsn'e kavuşmasının koşulu olan Kimya'yı bulmak için çetin yolculuğu göze alan,mumdan gemilerle ateş denizini aşan,ejderhaları yenen Aşk'ının,çileli ama mutlu serüvenidir.Sonunda herkesin kendisini bulduğu gizemli bir serüven”
Henüz genç bir öykü yazarı olan Serkan Türk ikinci kitabı olan “Rüzgârlı Camlar”ı üç bölümden oluşturmuş.Camlar,Rüzgârlar ve Bulutlar.Kitap bir şiirle başlıyor.Ki hem şiirin hem de diğer yazın sanatlarının yegâne kaynağı olan sözcükler okuma serüvenin önemli bir kalkış noktası ve okur algısını harekete geçiren bir düş anahtarı değil midir ? Biz de bu anahtarı kitabın sayfalarını karıştırıp okumaya başlayarak kullanıyoruz.
Soluyorsun
konuşmuyorum seninle tutup ölüyorsun
ellerin kuş tüyleri d/oluyor öldüğünde.
kumrular havalanıyor çam ağaçlarından
yağmur az önce yağmışs
eslerini nereye kaldırıyorlar?
nereye düşüyor göğsündeki o çukur?
Bu dizeler kitabın içinde yer alan öykülerin şiirsel bir dilin düzyazıya dönüştürülmesiyle oluşturulduğu ve okurun hayâl gücüne yeni bir atmosfer inşa edildiğinin ipuçlarını veriyor.
Suda Ölen Yalı’da Celile ve öykü kahramanıyla birlikte gitgide hızlı bir değişimin yaşandığı insan ilişkilerinde birbirini anlayan,yalnızlığını paylaşan iki insanın yakınlaşmasına tanık olurken,kendinizi betimlenen ahşap yalının bahçesinde ortancaların,güllerin,limon çiçekleri ve leylak ağaçlarının ortasında dolaşan ve onların arasından denize bakan biri gibi görüyorsunuz.Celile karakterini o kadar iyi buldum ki onun yaşadıkları ve içsel duyguları günümüz kadın sorunlarına farklı bir pencereden bakışla yeniden kurgulanıp,başlı başına roman olarak bile yazılabilir.Bu nedenle öykünün sonunda bir okur olarak acaba yalıya sonra ne oldu ? Celile yaşamını nasıl sürdürdü diye sormadan edemiyorsunuz. Bu merak belki bir okur olarak okuduğum metinden duyumsadıklarım ve bana yansıyanlardır. Ama aynı düşünceleri Mehmet Rauf’un “Eylül” romanının finalinde yanan köşk ve roman karakterleri Suat, Necip, Süreyya içinde düşündüğümü anımsadığımda öykünün atmosferinin ne kadar gerçekçi bir dille kurgulandığını ve kendimi öyküyü anlatan asıl karakter “ben”e nasıl kaptırdığımı fark ediyorum.
Sırasıyla okumaya devam ettiğim Muhittin’in Cinleri, Köstebek ve Sanki Yarın Issızlık öykülerinde yine aynı yazım dili sürüyor. Öykü tekniği açısından bakıldığında kurgulamada anlatıcı kişinin “ben” olmasının öyküleri kuşattığını, geriye dönüşlerin ve ileriye sıçrayan yönlendirmelerin öncülüğünde kendinizi bazen küçük bir kasabada otel odasında ya da aniden meydana gelen bir depremle beton yığınlarının arasına sıkışıp kalmış veya eşya taşıyan bir kamyonun arka kasasında koltukta oturup düşünürken buluyorsunuz.Yazar öykülerini tekdüze, didaktik, donuk bir anlatımla değil imgesel ve estetik düzeyi yüksek şiirsel bir dili kendine has tasvirlerle yontarak oluşturmuş.
Kimi öykü kitaplarında öykünün geçtiği bölgeye has kelime ve deyimlere yer vermek kuşkusuz yazarın tercihidir ancak Trabzon’da doğup büyüyen Serkan Türk’ün öykülerinde yaşadığı coğrafyanın yöresel diline hiç yer vermeyen ahenkli, anlaşılabilir, duru anlatımı da öykülerin başka bir özelliği olarak dikkat çekiyor.
Yine çok beğeniyle okuduğum Tontirik’in Hayaleti’ni okuyan her okurun gözlerinde bir hüzün,içinde bir burukluk kalacağından oldukça eminim. Aklıma Ömer Seyfettin’in “Kaşağı” öyküsü geliyor birdenbire ve yine çocukluğumda yaşadığım benzer anılar.Bir yaz tatilini teyzemin evinde geçirdiğim günlerden birinde bahçede şurup yapılmak için bekleyen ve koparılmasına izin verilmeyen pembe gülleri toplayan ve teyzemden korktuğu için gülleri benim kopardığımı söyleyen teyzemin kızının yalvaran bakışları ve onu kurtarmak için suçu üstlendiğim an film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Şimdi ne zaman gül koparan birini görsem,uzanıp bir gül koklasam gözümde o çocuksu tavrım, teyzemin asılan yüzü ve kızı canlanır. Öykü kahramanı Bekir’de yıllar sonra her yaz başlangıcında bir ağaç gövdesine yaslanıp, küçük çakıl taşlarını öpüp suya atarken geçmişte kalan yıllarını düşünür.Bu öyküden yola çıkarak her insanın yaşamının içinde geçmişinde kalan bir “Tontirik” mutlaka vardır diye düşünebiliriz. Çok sağlam ve gerçekçi temel üzerine inşa edilen öykünün arka planında yer alan çocuksu çekişmelerde kendini ve çocukluğunda oynadığı küs-barış oyunlarını hatırlamayan okur olmayacağı kanaatindeyim Camlar bölümü “Sesime Üşüşür Ölü Kuşlar” öyküsüyle sona eriyor.Öykünün içinde yine şiirsel betimlemeler dikkat çekiyor.
“Gözlerim yorgun bir bulut. Ağlasam,yağsam, sesime üşüşür bütün ölü kuşlar” Cümlesi Serkan Türk’ün öykü kadar şiir de yazabileceğini, hatta bir şiirde seçilen kelimelerin ortaya çıkardığı iç ritmin ve müziğin iyi yazılmış düzyazı metinlerinde de hissedilebileceğini gösteriyor. Kitabın diğer bölümlerini daha fazla anlatarak yazara haksızlık yapmak istemiyorum. Hepimizin hayatına sığan birbirinden ilginç ayrıntılar,hüzünler, sevinçler,zamanın hızlı akışında ıskalayıp geçtiği ve kendisiyle bireysel olarak hesaplaşamadığı veya içselliğinde kalanları kimselerle paylaşıp,anlatamadığı anlar vardır.
İşte “Rüzgârlı Camlar” o anlara tekrar dönmemizi sağlayacak ve hislerimize tercüman olacak on üç öyküyle gerçekten okunmaya değer bir kitap ve içinde yer alan öyküler kendisini keşfedecek onda kendinden izler bulup, kendine tekrar yaklaştıracak okurları bekliyor.
Ankara’da izlemeye çalıştığım Trabzon etkinlikleri sırasında kitabını alıp imzalatma fırsatı bulduğum Serkan Türk’ün bendeki kitaba kendi el yazısıyla düştüğü notla yazıyı sonlandırmak istiyorum “Rüzgârlı Camlar’ın baktığı yerler hep zamanın ara odaları.Geçip gidenin ardından bekleyen yüzler. Beklemeler kitabını arala…”
Onaltıkırkbeş Sayı : 25fyç

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-9

BURAK TOKCAN: Serkan Türk’ün Rüzgâra Fısıldadıkları

Rüzgârlı Camlar*, Serkan Türk’ün ikinci öykü yapıtı. 1977 Trabzon doğumlu öykücü, üç bölümden oluşan kitabında önce “Camlar”ı açıp denizin sesine kulak kabartıyor; bir ara kendini “Rüzgârlar”a ve aşka bırakıyor; son sözü “Bulutlar”a verirken zamanla ve gökyüzüyle hesaplaşıyor.

Serkan sıcak öyküler kaleme almış. Karmaşık söylemlerden uzak duruyor. Yer yer şiirsel bir anlatıma kayarak okuru tekdüzelikten kurtarabiliyor. Öykülerini besleyen en belirgin konu çocukluk. Küçüklüğümüzün o vazgeçilmez hayalet hikâyelerini, ayak direyerek gittiğimiz akraba ziyaretlerini, kan/ter içinde top peşinden koşuşumuzu, aniden kırılan çocuk kalplerimizi yeniden akla getiriyor; bizi “zamanın raylarında” bir gezintiye çıkarıyor. Masumiyeti bir anda hayatla yüzleştirip acıya, ölüme kucak açabiliyor; aşkla soluk alıp nefesini yakabiliyor. Bu geçişlerle okurun dikkatini canlı tutuyor; çocukluktan yaşama doğru çıktığı yolculukta kendine yeni duraklar ediniyor. Maviye ve yeşile açtığı kapılarla, ağırladığı güçlü rüzgârlarla, geçtiği uzun köprülerle doğduğu ve yaşadığı coğrafyadan kesitler de sunuyor.

Serkan Türk’ün kitabını ılık bir esintiye benzetebiliriz. Ne sözcükler arasında kaybolup terliyorsunuz ne de sıkılıp üşüyorsunuz. On üçüncü ve son öykünün kapanış cümleleri, yazımın ve kitabın bir özetidir belki:
“Bisikletim merdivenin altında eskiyor. Yaz geçiyor, usul usul da değil geçişi günlerin. Soluyor ortancalar bahçede. Bin dokuz yüz seksen üç yılındayız. Takvimimiz kasımı gösteriyor. Koparılmış sayfalar avuçlarımın arasında. Ağlamışım ve kayıp düşmüş yaşlarım, gittiğiniz günün üstüne.”

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-8

SELÇUK KÜPÇÜK: SERKAN TÜRK DERGİ ÇIKARTAN BİR ÖYKÜCÜ OLARAK KENDİNDEN ÖNCEKİ BAĞLAMA EKLEMLENEN BİR İSİMDİR

Dergicilik tarihimiz açısından gözden kaçırılmaması gereken bir olgu var. O da bugün önemli birkaç derginin başındaki kişilerin aynı zamanda öykücü olmaları. Mustafa Kutlu, Hüseyin Su, Ali Haydar Haksal mesela bugün 1980 sonrası edebiyat dergiciliği sürecine eklemlenmiş ve hatta birkaç ana omurgadan birisini oluşturmuş dergilerin başındalar. Bu bağlamda Ada dergisi ve Serkan Türk ilişkisini de böyle değerlendiriyorum. Öykücü editörlerin dergilerine kattıkları farklı ve zengin bir anlam aralığı var kuşkusuz. Ve ileride Serkan Türk üzerine yeniden konuşurken, yazarken bu husus es geçilemeyecektir. Çünkü dergi çıkarıyor olmanın getirdiği farklı ilişkiler ve farklı bakış zenginlikleri editör öykücünün dilini ve teknik yaklaşımını bir şekilde etkiler.

Bu belirtecin dışında Serkan Türk’ün öyküsü hayatın, yaşarken fark etmediğimiz ayrıntılarını kullanılabilir edebi malzemeye dönüştürmesi ve bunu yaparken bize zengin betimlemeler ile sunması, üzerinde durulması gereken bir yaklaşımdır. Öykü dilinin çok şiirsel olması da önemli. Zaten bir şiir-edebiyat dergisi çıkarıyor olmasının etkilerini burada görüyoruz. Dergiye girecek şiirlerin seçimi için kuşkusuz aynı zamanda şiire ilişkin poetik bilgi ve seçicilik yetisine sahip olma, yani genel anlamda şiir hakkında bir şair kadar donanıma sahip olma durumu O’nun öykü dilini de belirliyordur.

Tabiat ve deniz ile iç içe geçmiş bir mekan buluruz öykülerinde aynı zamanda. Bunda da yine yaşadığı, çocukluğunu geçirdiği mekanın tabiat zenginliği ve deniz ile iç içeliği etkilidir. Ayrıca fark edilecektir ki Serkan Türk geleneksel anlatı tarzına yakın yol almaktadır. Günümüz post-modern anlatı tekniklerine bulaşmadan daha insan merkezli, daha hayatın ortasından ve okuduğumuz zaman bizi hemen içene çeken cazibeye sahip bir dilin izleğini sürüyor. Öykülerindeki gözlem zenginliği okurun düş evrenini çok hızlı kavradığı için anlatılan öykünün zihni tasarımı da o oranda güçlü bir çağrışım sunuyor. Bu gözlem zenginliği Serkan Türk öyküsünün en önemli özelliklerindendir. Ve okur bu sağlam ve güvenilir gözlem dili ile kendisini metnin kollarına koy verir. Çünkü Serkan gerçek hayatın içinde olan ama bizim hiç fark etmediğimiz şeyleri öyküye çevirir. Okuduğumuz zaman ancak bu gerçekliğin ciddi bir öykü malzemesi olabildiğini anlarız.

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-7

Derya Önder: Rüzgârlı Camlar için birkaç söz..

Öykü ile şiirin hem benzemezliği hem de kardeşliği sıkça tekrarlanır... Rüzgârlı Camlar’ın “Soluyorsun” isimli şiirle başlaması, daha kitaba atılan ilk adımda nelerle karşılaşılacağının da göstergesi sanki. Camlar, Rüzgârlar, Bulutlar…

Öykülerdeki dil ve olay örgüsü, hayata dokunmak isteyen ve ancak dokunduğunda, ya dokunduğu şeyin ya da dokunan yerlerin kırılacağından korkan bir edayı açığa çıkarıyor… Bazı öykülerdeki yarım bırakılmışlık duygusu, bir sonraki öyküye giden yolu da açıyor... Bazılarında ise bilerek eksik bırakılmış ve öykünün kitabın dışında tamamlanması istenilmiş gibi…

Her bir sözcüğün kendi başınayken bile kapladığı bir alan ve etki ettiği duygular vardır… Keder’in çağrışımlarıyla sevinç’in çağrışımları bambaşka yerlere götürür bizi. Bu nedenle özellikle de öyküde yaratılan dilsel ve duygusal atmosferi kendi adıma çok önemsiyorum… Bu benim için ya bir davet niteliği taşıyor ya da bir vazgeçiş… Rüzgârlı Camlar’ı okurken yer yer dil içi duraklamalar yaşadıysam da bütünüyle baktığımda davet eden bir atmosfer hissettim.

Sanırım öyküler, aynı zamanda hayatın tüm inceliklerini, hepimizin gördüğü ama fark etmediği, sözcük olarak dillendirdiği ama duyurmadığı şeyleri yakalayabilmemizi, önemsiz addedip üstünde durmadığımız anları, olayları, tesadüfleri, mercek altına alarak, sürekli dün’e ve bilinçaltı’na bıraktığımız bir ben’le yeniden buluşmamızı da sağlıyor…

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-6

Neriman Calap: RÜZGÂRLI CAMLAR
‘Ya o su kuşları uçup gittiler mi?’

Serkan Türk, “Rüzgârlı Camlar, bir beklemeler kitabı. Sabırlı öykü kişileri geçip gidiyor zamanın ara odalarından.” diyor, on üç öyküden oluşan ikinci öykü kitabı için.
Rüzgârlı Camlar; Camlar, Rüzgârlar ve Bulutlar olarak üç bölümden oluşuyor.
Yaşamın gerçek yüzünü gösterip bizi günlük hayatın içinde dolaştırdığı kadar, insanların iç seslerini de yansıtmaya çalışıyor.

‘Suda Ölen Yalı’ öyküsünde, günümüzde geçerli sahte dostlukların, çıkar ilişkilerinin yapaylığından kaçan bir çocuğun, kitaplarla kendine açtığı düş sokaklarda, elinde kibritle geçmişini yakmaya çalışan hayal arkadaşı Celile ile tanışıyoruz. Celile de, her şeye sahip insanların yaşam tarzına uyarak, sevgiyi de savruklukla yaşamaya çalışır.
Muhittin’in Cinleri’nde, hayat hepimiz için bir yerlerde hikayeler hazırlar. Köstebek’te, toprak altında yaşayanlar için ‘ Yıldızların hepsi göğün çiçekleri değil miydi?’
Sanki Yarın Issızlık adlı öyküde, resim yaparken belleğini temize çeken ressamın tuvale sürdüğü her renkle kuyusunda kalanları yansıttığı anlatılıyor.

Serkan Türk, Tontirik’in Hayaleti öyküsünde yaşamın rüzgârı önünde sürüklenen bir çocuğu anlatır. ‘Hiç bilmediğim kasabalarda geçirdim çocukluğumun geri kalanını. Mevsimler birbirini kovaladı. Pamuk tarlaları arasında, buğday başaklarının salınışında kaybettim o küçük çocuğu.’
Sesime Üşüşür Ölü Kuşlar… Çünkü ‘Hayatın tıkandığı anlar vardır. Beklemek gerek. Susmak gerek. Ağlayışları saklamak gerek.’

İki Kısa Gece’de, karanlıkta kalan yüzler vardır. ‘ Ellerin nerde? Karanlıkta el yordamıyla arayıp buldum mu onları? Az önce olmalı kopardın dalından bir beyaz gülü. Koklamadan uzattın geceye doğru. Gece yapraklarının arasında sakladığı kokuyu gülden aldı.’
Golgotha’da, yaşadığı çevrenin kısır döngüsüne sığamayan insanın uzaklara duyduğu özlem şiirsel bir dille anlatılıyor.

Zamanın Raylarında Taormina adlı öyküde okurken altını çizdiğim satırlar… ‘Hayat, yalnızlık istasyonunda soluklanma anıysa ve sen hep aynı soluğun tıkandığını hissediyorsan boğazında, alınacak bir nefes daha varken aynalardan geçiyorsan kırıklar halinde, beni bağışla. Toplanması güç acılarla baş başa bırak da yeniden dağılsın güz kalbimde.’

Rüzgârlı Tırpan’da, insan bedeni eskidikçe başkaları ile uçurumumuz büyür…
Şal’da, arkadaşını kaybeden Fazilet’in düşünceleriyle, acısına tanık oluyoruz.

Bulut Düşkünü adlı öykü beş bölümden oluşuyor. Duyduğunuz bir ses için hiç ‘Bu ses benim sesimi ısıtır.’ diye düşündünüz mü? Ve o sesi kaybettiğinizde dediniz mi; ‘Issızdım, ağaçsız.’
Sevilen, size hikayeler okuyan bir büyüğünüzü kaybetmenin ardından yaşanan özlemle ‘ Bisikletim Merdiven Altında Eskiyor’ kitabın son öyküsü.

Rüzgârlı Camlar, yaşamın gerçeklerini göz ardı etmeden, iç dünyamızın atmosferinde bizi gezintiye çıkaran öyküler toplamı…

Serkan Türk, öykülerinde sanatın özgürleştirici ve direnen tüm olanaklarını kullanırken, sözcük işçisi olarak emek vermekten kaçınmamış.

Rüzgârlı Camlar’ı okuyup bitirdiğinizde, hüzünlü bir ezginin eşliğinde, ıssızlıkta kalma isteği duyabilirsiniz.

Kimbilir; Yalnızlık, fotoğraf albümlerinin çok olması demekti belki.

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-5

Burcu Yalkın: Serkan Türk Rüzgârlı Camlar öykü kitabı şiirsel dilin güzelliğinden kopmadan sayfaları duygu sularında yıkamayı başarmış. Şiir sever birisi olarak dilin acı yanının öykü ile karmasını hüzün helvasına benzetiyorum. Kenarları yedikçe acımsı tat şekerle karışır. Öyküleri okurken şunu fark ettim. Cinsiyet ayrımı yapmadan insanı anlatmak bir anlamda kendini aşmaktır. Çünkü kalıpları kırmanın en zor yanı salt insanı düşünce boylamına yerleştirebilmektir. Bu anlamda zorlandım diyebilirim. Bunca yıl hep öykü kahramanlarını bayan erkek diye kalıba sokmuşum. Kitap soluyorsun isimli bir şiirle başlıyor ki seni daha ilk sayfada allak bullak etmeye yetiyor. Yüzeyselliklere ve eksik kalan yanlarımıza korkusuzca bakabilmeyi sağlayan derin bir yolculuk. Okuyucu olarak alışkanlık sarı fosforlu kalemimle bana yakın gelen kısımları hep çizerim. Bunlardan bazılarını paylaşmak istiyorum.

”Sesi üşür teşekkür ederken”
“Onlarca kişi arasında yalnız kaldı babamın yüzü”
“İki fırça darbesiyle gelen ıssızlık… Hepsi o.”
“Herkesin bir yerden bir yere yetişmek için acele ile hareket ettiği bir dünyada ben sessizlik büyütüyordum”
“Güzeller ve çirkinler yan yana yaşamıyordu bu dünyada.”
“Gözlerim, yorgun bir bulut. Ağlasam, yağsam, sesime üşüşür bütün ölü kuşlar.”
“Yağmur bastı içimi, ıslandım.”
“Gün, yağmurun göğsünden sızmasına aldırış etmeyip, geçip gitti.”
“Çözüldü çöl’ümün sırrı. Güneşe günlerce sırtını dönmüş bir kertenkele gibi birden ani bir hareketle saklandım bir taşın altına.”
“Defterim ölü çiçek mezarlığı.”
“İnsan insanın avcısı…”
“Söylemediklerimi kazıyorum içime.”
“İnsan bedeni eskidikçe başkaları ile uçurumumuz büyüyor.”
“Nerede olursan ol yaşadığın şeyin kendine dokunmak olduğunu biliyorsun.”
“Yağmur suları içimde koca bir çukur oluşturmuştu bile.”
“Ağlamışım ve kayıp düşmüş yaşlarım gittiğiniz günün üstüne.”

Beni en çok etkileyen öyküleri;

*Sanki Yarın Issızlık
*Tontirik’in Hayaleti
*Sesime Üşüşür Ölü Kuşlar
*İki Kısa Gece
*Golgotha
*Bulut Düşkünü

Yaşamın içinde var olan gizli bahçelere girip her birine pay biçtiğiniz çiçeklerden toplamak istiyorsanız Rüzgârlı Camlar kitabını okumanızı tavsiye ederim. Hızlıca tüketilen her olguya karşı öykülerle soluklanmak dileğiyle…

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-4

Beyhan Kanter: Serkan Türk, Rüzgârlı Camlar adlı öykü kitabında, dış dünyaya ait gözlemleri kendi iç benliğinin yansıması ile birleştirerek okura sunmaktadır. Yazarın ruh hali; geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki hüzünleri bir süzgeçten geçirilmiş bir şekilde yansıtmaktadır. Yaşam içinde bireye ait tamamlanamamış olma ve eksik kalma boyutu, Serkan Türk’ün öykülerinin arka planındaki hüznün sebebidir. Bu hüzün, yazarın toplumsal yapı içinde kendi olma isteğinin ve bunu gerçekleştirmesinin bir yansımasıdır. Yazarın hüzün teması ile birlikte ele aldığı ve hüznün tetikleyicisi olan yalnızlık olgusu da “Rüzgârlı Camlar” öykü kitabındaki öykülerde derinlere sinmiş bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Yalnızlık, Serkan Türk’ün öykülerinde dış dünyanın her noktasında, her anında bireylerin kalabalık arasındaki sessizliklerinin kendi iç dünyaları ile baş başa kalmalarının ve kendi olma savaşlarının bir dışavurumudur. Zamanın gelip geçiciliği ve dinamik yapısı bu anlamda Serkan Türk’ün öykülerindeki kahramanların geçmişe dönük yüzlerinin hep diri kalmasına neden olmaktadır. Nitekim yaşanılan an içinde kendini zaman dışı hisseden kahramanlar, huzuru geçmişin izinde koşarak arama eğilimi gösterirler. Bu anlamda “Rüzgârlı Camlar” öykü kitabında, kendi benliğinde iç hesaplaşmalar yapan bireyin içsel çelişkilerinin tahakkümü altında bulunmasına göndermeler söz konusudur.


Burcu Aker: Dünyada hâlâ lirik kalabilmiş ne varsa Serkan Türk’ün kâğıdına geçmiştir: Mektuplar, kartpostallar, sararmış fotoğraflar, tren istasyonları, oyuncaklar, elma ağaçları… Bu lirizm, insanın kalbî tarafına olduğu kadar, aklî tarafına da hitap ediyor. Öykülerde insana dair tahliller, duygu çözümlemeleri o lirik söylemin içinde ustaca yayılıyor.

Serkan Türk’ün öyküleri, her okuyanın kolayca fark edebileceği gibi, geçmiş zamanın başatlığında örülür. Çocukluk ve fotoğraflar: Geçmişinden siyah beyaz bir fotoğraf gibi bahseder o. Di’li ve rivayet geçmiş zamanlarla anlatır hikâyelerini. Geçmiş zaman öykücülerin çokça tercih ettiği kiplerden biri olsa da Türk’ün dilinde çok daha özel anlamlara gelir: Hatıraların güzelliğiyle yaşamak ve onları kâğıda geçirmek.

Rüzgârlı Camlar’daki öykü kurgusu, Virginia Woolf’un aksine, bilinçli bir bilinç akışıdır. Olayların birbirlerine bağlanması, aralardaki geçişler ve hatta öyküler arası geçişler Serkan Türk’ü ne yaptığını iyi bilen bir yazar haline getiriyor.

Bu güzelim öyküler için sesimiz üşür teşekkür ederken…

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-3

Ayşe Keskin: “Rüzgârlı Camlar” İçin ufacık Karalama

“Artık hiçbir sorgulamam yok. Gitgide uzaklaştın! -Hayır en doğru cümle –gitgide kendinden uzaklaştırdın… Her fısıltın derin yarıklar açtı içimde. Üstelik çok zaman önce düştüğüm uçurumlara da benzemiyor bu yarılma. O uçurumlar; seneler senesi karanlık, nemli ve küçük bir odada bütün bir ömrün sorgulamasıyken ve bitirmişken üstelik derinliği… ölümün ruhu o huzura eriştiren tenine dokunup seviştiğim… ve o birlikten ne doğumlar yaptığım zamanlar…

Hiçlikten var olan en değerli şeyin yeni dirimler olduğunu öğreten “ben”le buluşmalar… Ne var ne yok her şeyi bitirip asmışken kendimi ayın tavanına… Üstelik bittiğini zannederken; bütün sorgulamaların, insana ve kendime dair olanını…

Her yeni insanın, yeni sorgulamalara götüreceğini… Yeni kitaplara yeni yazımlara sürükleyeceğini de…
Camların ardından, camların önünde ve üstünde oluşan o gizemli buğuya kadar ne varsa yazacağım!”

deyip bir de yola koyulansa; bu kadar üstüne üstüne gider, hem hayatın, hem geçmiş, hem gelecek dirimlerin!”

Rüzgârlı Camlar’la; okuyucu, yazarıyla birlikte hayatla ve kendiyle içsel konuşmalara giriyor yeniden yeniden…

Yeniden!
Karşılaşmalar!
Çoğu da kendiyle yüzleşmesi belki, el değmemiş sancıların dışavurumu…

Serkan Türk’ün öyküleriyle derinlerden çıkardığı şiirsel uğultuyu duyuyorsunuz. Ve hissettiğiniz şey, hem kendisinin hem de okuyanların içinde yeni f’ay kırıklarına yol açma ihtimalinin yüksekliğini!

İlk kitabı “uzak yaz” da ne kadar hüzünlü, kırılgan bir çocuksa Serkan Türk, Rüzgârlı Camlar’da düşsel, bir o kadar hoyrat ve tehlikeli rüzgârlara açılan pencereler önünde duran kocaman adam.

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-2

Ümit Ilgın Yiğit - Camların altı bulut üstü rüzgâr
Serkan Türk’ün Rüzgârlı Camlarından bakarken sadece kendinizin değil, yaşadığınız dünyanın da yalnız olmadığını görüyorsunuz. Bir ev düşünün: bir sürü camı var, bütün camlar aynı ama her biri başka bir dünyaya başka bir âleme götürüyor sizi. Öykünün özü bu değilse nedir? Hep içinde yaşayabildiğim, kendimi eğrelti hissetmediğim öyküleri sevdim. Anlatılan mekân, coğrafya neresi olursa olsun, aitlik duygusu içime siniyorsa –birde çok uzun değilse- öyküyle bütünleşmekten dahası öykünün kahramanlarıyla özdeşleşmekten daha zevkli ne olabilir?

Rüzgârlı Camlar yalnızlığı birebir öykülerin içerisindeki kalabalık öykü kişilerinin arasında size hissettiriyor. Rüzgârların, camların önüne topladığı bulutlarda cabası! Serkan Türk, Uzak Yaz kitabından sonra Rüzgârlı Camlar isimli kitabıyla, öyküde sadece üslûbuyla değil duygusuyla da yarın için parlak bir öykücülük çiziyor. Ne mutlu bana, öyküleriyle düşlerimi tazeliyor kendisiyle öykü tadında bir dostluk yaşıyorum.

İlknur Papuşçu : Çoğumuz yaşantımızda sakladığımız ve içimizde tuttuğumuz yalnızlıkları yazar ulu orta sermiş ve didik didik etmiş. Bize sıradan gelen hayatların içinde kendi yalnızlığımızdan başka yalnızlıklara seslenmiş. Başka insanların hikâyelerinde bizi bizle buluşturmuş ve üstünden geçtiğimiz görmek istemediğimiz ne çok şey var dedirtiyor bize. Bu yüzden okurken yazarın dünyasına çok çabuk girebiliyoruz. Fakat çok kolay girdiğimiz bu dünyadan o kadar kolay sıyrılamıyorsunuz. Ben içinde kayboldum diyebilirim kitabın. Bazı hikâyelerde sadece durum üzerine düşündürüp özellikle bir son seçmemiş. Sıradan hayatların ustaca yazılmış hikâyeleri ve en çokta melankoli. Çok lirik, çok şiirsel bir anlatım… Altını çizmek istediğiniz bir ok cümle mevcut.

Rüzgârlı Camlar Üzerine Yorumlar-1

Çiğdem Sezer- RÜZGÂRLI CAMLAR

“Rüzgârlı Camlar” ı okumayı bitirip kapağını kapattığımda, 12-13 yaşındaki bir çocuğu da sayfaların arasına kapatmışım duygusuna kapıldım. Kitaptaki öyküler farklı zaman, mekân ve kişileri kapsıyorsa da anılan kahramanlardan başka bir kahraman –bir çocuk, çocukluk belki- bir öyküden diğerine taşınıp duruyordu. O çocukla birlikte sürgit bir şiir de taşınıyordu öyküden öyküye. Kitaptaki öykülerden birinde de konu edilen Rus oyuncaklarında olduğu gibi; birini açıyorsun içinden başka biri çıkıyor. Sonra diğeri… Bütün kutuları açınca , 12- 13 yaşındaki o çocuk ve şiiri kalıyor orta yerde; içli, hüzünlü, “sürekli bir ölme hali”nde ama yaşama tutkun…

Lirik, akıcı, içe dokunan bir dili var Serkan Türk’ün. Metaforları kullanarak gölgeliyor kişileri, zamanı ve olayları. “Siz görün” dercesine yazıyor. İçe, geçmişe bakmanın, gördükleriyle acılanmanın, bu acıyla sarılmanın yaşama, tutunma çabasının öyküleri… “Cam”; gören, gösteren…”İşte ayna, hadi baksanıza, dünya orada, hüzün de, sevinç de. Yeter ki bilin bakmasını, çevirin gözlerinizi derinliklerinize” der gibidir o “Rüzgârlı Camlar”.

Kitap, adından kapak tasarımına, “sağ omzumdaki meleğe ve kalbimdekilere” ithafından, girişindeki Cesare Pavese alıntısına ve Serkan Türk’e ait “Soluyorsun” adlı şiire dek bir “gitme arzusu”nu “gidememe hali” ni ve hüznünü içeriyor. Belki de melankolisini…

Söz konusu şiirin son dizelerinde, “arkamdaki kumluktan geçiyorsun/ sonra tutup ölüyorsun birkaç kuş için” diyor Serkan Türk. Birkaç kuş için ölmesini bilenlere hüznün hallerini ve yaşamın büyülü ezgisini duyumsatıyor “Rüzgârlı Camlar”. Hiç değilse benim duyumsadığım, bunlardı.

Sayfalar arasındaki o çocuğu-çocukluğu bir yerlerden tanır gibiydim…

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...