31 Ocak 2013 Perşembe

Çöl'de Şaire Rastlamak

her mısra şaire ait/ niye kendimi okuyormuş gibiyim? / şiire başlamak mümkün de / şiiri bitirmek neden imkânsız? / mısraları unutsam kelimeleri hatırlıyorum/ kelimeleri unutsam harflerin sesleri yankılanıyor / bütün şiirleri tersinden okumayı diliyorum/ daha çok unutmak için…
Çöl’e telmihte bulunmuşsa şair uzak bir yolculuğa hazırlanmak düşer okuyucuya. Şair
uzakta olanı bile yanı başındaymış gibi anlatır.  Biz yanı başımızdakine bile uzak düşeriz. Hayat ve şiir/ tezat: ” İçimiz çölse biri geçmiştir.” Bazıları da içimizden geçip çöle varmadıysa ne yazık!  İçimiz çölse dışarıda bir vadi mi vardır? Bereketli topraklardan, gürül gürül akan sulardan sonra bir çöle nasıl varır insan? Daha doğrusu çöl’ün mecazları çoğaldıkça  anlamı değişir mi?  Serkan Türk’ün Serander yayınlarından çıkan şiir kitabı  – içimiz çölse biri geçmiştir- adını taşıyor.  Kitabın kapağındaki resmi ve bu mısrayı birlikte okuyunca çöl uzun bir nehre dönüştü zihnimde. Çöl ve nil. İki  hece ayrı ayrı ve birçok şeyin özeti. Uçsuz bucaksız bir kumda bir yolcunun ayak izleri. Çölün gövdesinde biriken anılar derken bir kum fırtınası ve her şey tarumar. Aşka sonundan başlamak. Nehir çölün neresinde? Nehir şairin kalbinde, kelimelerinde okurken duyuyorum suyun / şairin sesini.   

“her dua bir yalnız işi
kimin sessizliği böyle kırmakta gönlümü
yoksun gün devirmekte kırkını”

Mırıltıların duaya dönüşmesi mi, sessizliğin bir yontucu gibi şairi yontması mı yokluğun yoksulluğu mu hangisi olduğunu bilemediğim çağrışım uzak duran bir sevgilinin imgesini belirginleştiriyor zihnimde. Kimseler anlamıyor bu uzaklığı. Şair de mi? Evet en çok o anlamıyor. Aldanmayın şairlerin her şeyi bildiklerine! Kitabın sayfalarını çeviriyorum çöl’e başlar gibi. “terleyen bir kalp” kitabın ilk bölümü. Hatırlıyorum kalbimin terlediği anları ve kalbinden terlemeyi bilemeyenleri. Şairlerin yüzleri terler önce sonra kalpleri biliyorum. Bir çöl nasıl geçilir ki başka türlü.
           
“hem ağrısısın içimin
 hem istediği şenlik”

Ağrıyan bir ben özlemle bekler ağrının dineceği zamanları. Uzaktaki bir zamana postalanan bu dilek, uzaktaki sevgilinin bir gülüşüyle gerçekleşecektir. Ne var ki o gülüşün bir tarihi yoktur. Şair ve dil’e dökülen yalnız olamama hali/ yalnızlık şairin en yalın hali

            “her sarsıntı bir başlangıç,
            dallarımı kıran rüzgar
            uykusuz geceleri kovamadığımdan
            peri’ye kıyamadım
            içimin bıçağıyla oydum durdum gövdemi”

Oyulduğumuz yerden bir başkası çıksa. Ne çok başkaları olur bize benzemeyen. Bize benzemeyenleri sevişimiz öldürüyor bizi. Ölmemek için başkasını doğuruyoruz.
            “o peri’yi öldüresiye sevdim içimden “
İçimizden sevdiklerimiz! İşte nehrin kıvrıla kıvrıla akışı yeniden çölün sessizliğini unutturuyor bana. Şairin hatırladıkları okuyucunun geçmiş yaşantısıdır.


            “benim sırtım kime dönük
             tanrı bilir o değil mi içime dolduran ağaçları
            susayan nehirleri kalbimden geçiren”

Tanrı en çok içimiz çölken mi anıyor bizi? Ve biz neden duyamıyoruz Tanrı’nın bizi andığını. Şair duyuyor duymasına da kilidi kırıp  bir adım öteye geçemiyor.

“ben kendimi dike dike
söke söke derimden
bazı kazak, bazı çorap
ördüm içimde”

Sökmesini bilen şair, örülense şiirdir. Kim için örüldüyse şiir “ona” yokluğa emanet! Şairi var eden her mısra ‘o’ nu daha da uzaklaştırıyor. Susmak için, noktayı koyabilmek için bazen ne çok konuşuruz. Anlattıkça hafifleyip, içimizdeki yükten kurtulacağımızı sanırız. Bir el, içimizde öre durur anlattıklarımızı, bir de bakarız her şey yerli yerinde.

Kitabın ikinci bölümü “ kaburgalar ülkesi” kalbime dokundum! Yerindeydi evet! Bütün iç organlarım da yerli yerindeydi. Ve kaburgalarım bir zırh gibi gövdemi örtüyordu. Şair ne diyordu:
sahip çıkılmamış bir kalp duruyor
            ölü doğmuş bir çocuktur aramızdaki mesafe
görmek acısı, yurdu uzak kaburgalar ülkesi
yollar köprüler atılıyor.

“ölü doğmuş bir çocuktur aramızdaki mesafe” uzaklığın en uzak hali. Ne denir ki! Susmak geliyor içimden.

“bana kendi dilinde sus yaşlı dünya
sana bütün dillerde yanayım”

Serkan Türk’ün ikinci şiir kitabı imge yüklü. Çöl’den geçip de gelmişlere, çöl’ü hiç bilmeyenlere,  içi çöl olanlara ve de uzaktakilere gönderilmiş mısralar yalnızlığı en yalın haliyle duyumsatıyor. Açılmayı bekleyen kilitler vardır. O kadar uzun sürer ki o kilitleri açmak. Her okuyucunun açtığı kilit farklı olacaktır. Kim bilir kaç okuyucunun düş gücüyle açılacak kilitler? Ne yazık hiç birimiz o anı göremeyeceğiz yine de hissedeceğiz…

                                                                                    Arzu ALKAN ATEŞ       


ayna insan dergisi 6.sayıda yer almıştır.

10 Ocak 2013 Perşembe

gece defteri

beni unutuyorsun artık
aşkını unuttuğun gibi unutuyorsun
yavaş yavaş siliniyor her şey belleğinden

kiminin yazgısı belirirken
kiminin ömrü tükeniyor bu karanlıkta

ah gece, sesini duyduğumdan beri
yıldızlarına bakıyorum
uzun uzun öpüyorum gönderilen mektupları

eskiyen bir yaz’ı buluyorum resimlerde
uzayıp gidiyor o günler 
sonumuz ayrılık olmasın diyorum

ben bildiğim her şeyin ona çıktığını sanıyordum
sen bildiğin her şeyin ondan geçtiğine inanıyordun
oysa ikimiz de kan ağladık, 
bir güz bitkisinin kaderini yaşadık, 

beni unutuyorsun artık
aşkını unuttuğun gibi unutuyorsun
körün istediği göz onun kalbi

Serkan Türk

Ayna İnsan 6.sayı

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...