19 Haziran 2015 Cuma

Yeni bir mevsimde kurulan dünyalar

Okuyanlar, bir şekilde duyanlar hemen anımsayacaktır. “Türkiye’de ne kadar futbol varsa o kadar edebiyat var” sözü Fethi Naci’ye aittir. Fethi Naci, bu sözleri söylediği dönemde Türkiye’de o dönemde var olan edebiyatın farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyordu muhtemelen. Niçin? Çünkü o yıllarda futbolun merkezi üç büyükler olarak bilinen İstanbul kulüplerinin tekelindeydi ve bu tekelin taşra tarafından kırılması ancak Trabzonspor’un şampiyon olmasıyla mümkün olmuştu.

Şimdi durup dururken hangi sebeple bunları anımsatma ihtiyacı duydum, açıklayım. Trabzon doğumlu ve Trabzon’da ikamet eden Serkan Türk, 4.öykü kitabı “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim”le yıllar evvel Trabzonspor’un futbolda yaptığı değişimi, tıpkı edebiyatta yapacak gibi görünüyor da ondan.
Çünkü edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır.
"Edebiyat; aynı zamanda kurguda doğruyla yanlışın karşıtlığının asılı durduğu olanaklı dünyalar, hayali ama metaforik olarak doğru ve böylece gerçeklik algımızı güçlendiren dünyalar kurar."(1)
Oniki öykünün yer aldığı kitapta yazar; takıntılı, çevresiyle ve yaşamla uyum sorunu çeken, bir taraflarında eksiklik, olmamışlık duygusu taşıyan bireylerin gündelik hayatlarını anlatıcı karakterler üzerinden dolaysız bir anlatım dilini tercih ederek kurgulanmış dünyalar kuruyor. Ki yazarın bu tercihini kitapta yer alan öykülerin gerçek dünya, anlatma olgusu, işlevler, eylemler, tümceler gibi düzlemlerle birlikte düşününce “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” in kendi içinde bütüncül bir yapı inşa ettiğini görüyoruz.
Serkan Türk’ün dipnotlarından büyük çoğunluğunu Almanya/Berlin seyahati sırasında yazdığını öğrendiğimiz öyküler “Hitler Ve Yoldaki Üç Kişi” nin anlatımıyla başlıyor. Tren’de çekirdek çitleyen, müzik dinleyen, yaprak sarma yiyen, yüksek sesle konuşan insanlardan rahatsız olan ve bir an önce oradan uzaklaşmak isteyen, uzaklaşamayınca da susup oturmak zorunda kalan takıntılı bir insan profili çıkıyor karşımıza. Hatta öykünün kahramanı takıntılı olduğunu saklamaz. Muhataplarına: “Takıntılıyım. Çekirdek çitlerken siz, beynimin içine doğru su aygırları koşuyor sanki” demekten çekinmez.
Kitaba adını veren öykü “İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye” cümlesiyle başlıyor. Eşini genç yaşta kaybetmiş bir adamın takıntıları psikolojik yaklaşımla ele alınıyor. “Sekiz güzel yıldan sonra aniden hastalanıp rahmetli oldu benim hanım. Ev başıma yıkıldı. Sofa bir mezara döndü. Yatak odasının kapısını açamaz oldum. Mutfak masasının üzerinde ne varsa küflendi. Gün boyu kanepeye uzanıp uyuyor gibi yapıyordum. Uyumuyordum. Gözümü kapadığımda onun gözü, onun elleri, onun olan her şey beliriyordu. Aniden gözü bir cam parçası gibi kırılıp dağılıyordu. Eline uzanacak gibi oluyordum. El asırlık bir ağacın köküne dönüyordu, sarılmaya doyamadığım gövdesi kuruyup iskelete. Kapatmamak için zorluyordum gözlerimi. Bu defa eşyalar üzerime geliyor, sandalye yürüyordu sanki odanın içinde. Pencereler kirden sokağı göstermez oldu. Bir odanın içinde mahkûm gibi yaşamaya başladım.” Bu cümlelerde yazar, öykü kahramanının içinde bulunduğu zihinsel süreç ve bilinçdışı unsurlar arasındaki ilişkiyi bir psikanalistmiş gibi ortaya çıkarıyor.

“Kalbim Oyuncak Bir Gemi Senin Sularında” başlıklı öyküyü okumaya başladığınızda Serkan Türk’ün “Uzak Yaz” ve “Rüzgârlı Camlar” isimli öykü kitaplarındaki “Öldüğümde Ağlamadım” ve “Şal” isimli öykülerini anımsıyor, orada kaldığınız yerden ve bu defa cinayeti işleyen karakterin dilinden anlatılan öyküye devam ediyorsunuz. Bu öyküdeki final cümlelerinde kullanılan şiirsel üslup dikkate değer. “Kalbim oyuncak bir gemi senin sularında, demiştim biliyorsun. Durmaksızın yalpalayan bir gövde düşün, öylece yalpalıyorum. Eksiğimin ve fazlalığımın sen olduğunu biliyorum.”
“Küçük Şeyler” isimli öyküde takıntılı insanların hayatlarını anlatmaya devam ediyor Serkan Türk. “Çocuk doğurmak istememişti. Zaten şimdi çocuk sahibi olmak istese bile yaşı sorun olabilirdi. Karga sürülerinin ardından koşturduğu köyde tanıdıkları bir komşu kadın vardı. Kadın üst üste dört doğum yapmış ve her çocuğu problemli dünyaya gelmişti. Otistik bir çocukla ne yapardı?” cümleleri, çocuk sahibi olmamış, çocuk doğurmaktan kaçınmış bir kadının takıntılarını işaret ediyor bu öyküde.
“Fotokopici Dükkânı”nda yöresel şive kullanan yaşlı kadının (Ayşe Teyze) konuşmaları öyküye folklorik renkler katılarak öykü dilinin zenginleştirilebileceğinin göstergesi gibi algılanabilir. “Boyu devrilsun, inşaat yapayrum diye diye baturdi bizi. Haçan anlamaysin ne diye zorlaysin kendini. Gelsun, alın nesi varsa kıçindan. Vermem ineklerumi. Onlar benum.” Fakat öyküdeki ana karakterlerin dışında çok fazla yan karaktere yer verilmiş olması bu öykünün belki de tek olumsuz yanıdır diye düşünüyorum.
“Wannsee’nin Mavi Suları”nda kızkardeşini merak eden, onun sarararak öleceğinden endişe eden takıntılı bir abla, “Ailenizden Biri Beklenmedik Bir Anda” da hastalıklardan, romatizmadan bunalmış, sıcak iklimlere takıntılı bir kadın çıkıyor karşımıza.
Gösterişsiz, birbirinden sakin hamlelerle öykü ağacının zirvedeki dallarına doğru tırmanışını sürdürüyor, Serkan Türk.
Başlarken; edebiyat, ana malzemesi dil olmak üzere insan yaşamının bütün safhalarını içine alan, düş gücüyle beslenen, ortaya koyduğu anlatım teknikleriyle bireyi, toplumu ve bütün dünyayı, merkezi hegemonyaların boyunduruğu altına girmeyi reddederek yansıtan bir sanat dalıdır ve öykü de bu sanatın estetikle kurgulanmış bir dalıdır demiştik. Bu cümleden hareketle “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” gerek estetik kurgusuyla, gerek anlatım teknikleriyle sıradan bir öykü kitabı olmaktan ziyade yazarın gerçekle düş gücünü harmanlayarak kurguladığı, bireysel veya toplumsal takıntıların odağına yerleşmiş insani kaygıları çok yönlü dile getirdiği bir eserdir diyebiliriz.
Hepimizin ruhumuzdan silip atamadığı, kurtulmak isteyip de bir türlü kurtulamadığı takıntıları, batıl inanışları mutlaka vardır değil mi?
Cevabınız evetse, işte sırf bu yüzden "Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim"i okuyunca yazarın hakkını teslim edeceğinize inanıyorum.
İyi okumalar.
Fatih Yavuz Çiçek

Kaynak: (1) Massimo Fusillo, Edebiyatta Estetik, syf.149

Şiirden ödünç alınmış bir dil: Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim-Şengül Can





Şiirden ödünç alınmış bir dil: Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim

Şengül Can

Türk, öykülerinde şiirden ödünç alınmış bir dili hikâyenin klasik kurgusuna gömer ve üzerini düzleyerek hikâyeyle bütünleştirir. Öyküleri, hikâyelerini anlattığı kişilerin tüm hüzün ve yalnızlığına rağmen yüzünü güneşe dönen öykülerdir. Yazar her şeye rağmen bak önümüzde yeni bir mevsim demeyi ihmal etmez. 
Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim, Serkan Türk’ün dördüncü öykü kitabı. Onun öyküleri taşradan dünyaya açılan bir kapıdır. Ama taşranın sıkıntısı, uzaklığı, imkânsızlığı yoktur öykülerinde. Öykülerde yalnızlık demeden yalnızlık, uzaklık demeden uzaklık anlatılır. Hem de öyle iddialı cümleler kurmadan, büyük söylemlere girişmeden yaşamın küçücük bir kıyısına odaklanır. O küçücük yerden büyük fotoğrafı işaret eder. Bu çerçeve sıradan olanın sıra dışı görüntüsüdür. Küçük olayları büyüteç altına almıştır. Gündeliğin içindeki parıltı, ânın içindeki büyük bir dünya.
İlk öykü, Berlin’de bir tren yolculuğudur. Yolculuk boyunca bir türlü yalnız kalamayan öykü kişisinin yol boyunca başına gelen dayatmalar. Yol boyunca faşizmi konuşan yolcuların, aslında bu düşünceyi ne kadar içselleştirdiğini gözlemleriz. Çok sıradan bir olay üzerinden, gündelik olanın içerisinden yeni bir dünyaya işaret eder yazar. İdeolojinin insan ilişkilerine yansımaları. Bir çağrışım. Burada Una Giornata Particolare filmini anımsamadan edemeyeceğim. Film üzerine bir inceleme yazısında şunları söyler eleştirmen:
“Tiber Ailesi’nin özel yaşamının içine girdiğimizde, Faşizm akıl dışı varlığını, orta sınıf insanının kişilik yapısında nasıl geliştiğini izlemeye başlarız. Altı çocuklu Tiber ailesinin annesi Antoniette, herkesten önce kalkarak sabah kahvaltısını, kocasının ve çocuklarının faşist üniformalarını hazırlar.1
İkinci öyküde yer yer yükselen bir ses. Anlatıcı değişir. Ben anlatıcı susar, yerini o anlatıcısına bırakır, dışardan bir içses gibidir bu anlatıcı. Horoz ve köpek dövüşlerinde spikerlik yapan bir radyocunun hikâyesidir anlatılan. Bu hazmetmesi zor olay belki de anlatıcı değiştirilerek, kendini dille göstererek anlatılabilir ancak. Çünkü o sesi öykü boyunca duyarız ve zaman zaman bir radyo programının içerisindeymişçesine. Anlatılan aslında kimin hikâyesi derken. Tekrar kurmacanın büyüsüne kaptırırız kendimizi. Bu öykü daha içerden, taşradan anlatılıyor.

Ânı ve zamanı sorgulayan
Üçüncü öykü, yazmak üzerine birtakım sorgulamalarla ilerler. Gerçek ile kurmacanın birbiri içine geçmesi burada da söz konusudur. Anlatıcı kimi zaman sen diline döner ve burada sorular soran bir iç sese dönüşür. Derken metinler arası bir selam. Ratrick Süskind’in Güvercin romanı.  Öyküde güvercinler geçmişe gitmek için bir imge olarak kullanılmış. Belki de doğrudan hatırlanmak istenmeyen çocukluk, yalnızlık ve terk edilme duygusu. Babaya duyulan özlem ve nefret aynı düzlemde güvercinle özdeşleşiyor. Öykünün başında güvercinden rahatsız olmayan öykü kişisi güvercin hakkında düşünmeye başladıktan sonra, artık ondan rahatsız olur, onu uçurmaya karar verir.
Dördüncü öykü sevgiliye seslenen bir mektup gibi. Belki onunla kısa bir konuşma. Bir ân. Anlatıcı burada reenkarnasyon ile ilgili bir olay üzerinden konuyu aşka getirir. Ânı ve zamanı sorgular.
“Kimse sonradan yetişemez. Zamanın geçtiği yerlere.” (s.28)
Beşinci öykü kitaptaki genel izlekleri kendinde toplayan bir öyküler toplamıdır aslında. Hayvanlar, taşra, rüya, yalnızlık. Öyküler ilerledikçe aşk teması farklı farklı boyutlarıyla yeniden yeniden karşımıza çıkıyor. Ve kitaba adını veren öykü: Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim. Ritim ve vuruculuğun yükseldiği bir öykü. Yarım asırlık bir aşkın, bekleyişin bitişi. Aşk öyküsünden çok bir bekleyiş öyküsü, bu bekleyişi yaşamına yedirmiş yaşlı bir adamın hikâyesi. Öykü yine, günlük, gerçek ve olağan olana vurgusunu yapmadan geçemiyor.
“Uzakta bir yere bakmıyorduk.” (s.37)
Bir Yakınım İçin adlı öyküde yalnızlık ve doğa teması iç içe kurgulanmış, öykü bu iki tema üzerinden ilerler.
Kalbim Oyuncak Bir Gemi Senin Sularında adlı öykü Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim adlı öyküyle dirsek temâsı olan bir hikâyeyi anlatır. Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim’de bahsedilen eski elbise toplayıcısı Oktay’ın gerçek hikâyesidir. Sahi, Oktay neden eski elbiseleri topluyor diye düşünürken, bu soru bizi yeni bir aşk hikâyesine çıkartır. Kitaba adını veren öyküden de aldığı sezgiyle çıta daha çok yükselir, iki öykü adetâ bütünleşir. Ve yazarın şu cümlesini tekrarlatır okura:
“İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geride.” (s.52)
Küçük Şeyler adlı öykü doğum fotoğrafları çeken bir kadının bakış açısından hikâye edilmiş. Çocuk, doğum, evlilik kavramlarını sorgulatan öykü, kadın duyarlığının ustaca işlenmesiyle okuru içine çekiyor.
Güneşe dönük öyküler
Fotokopici Dükkânı adlı öykü küçük bir kasabada geçiyor. Taşra duygusunun ustaca yansıtıldığı öykülerden. Eşinin sağlık sorunlarından dolayı çocuk yapamayan bir çiftin, erkeğin bakış açından anlatılan hikâyesi. Asıl konu üzerinden ülkemizdeki kadın cinayetlerine, taşra erkekliğine, kadına, evliliğe dair de satır aralarının yer aldığı öykü yazarın karakter yaratma konusundaki başarısının parıltılı örneklerinden.
Wannesee’nin Mavi Suları adlı öykü de iki kadının hikâyesinden yola çıkan hüzünlü bir duyarlılıkla yazılmış bir öykü. Anlatıcı metinler arası geçişler yaparak Tezer Özlü’yü selamlar, öyküdeki orta yaşlı teyzenin ruh halini anlatmak için.
Ailenizden Biri Beklenmedik Bir Anda kitabın son öyküsü. Bu öykü aslında ilk öyküyle birlikte kitabı bütünlüyor. İlk öyküde ağır basan sezdirme hâli son öyküde de yerini alır. Okurun kafasındaki soru peki, babaya ne oldu? Derken aslında cevabı içinde gizlidir. Kapak arkası yazıda okurun zihninde devam eden öyküler tanımı için en uygun öykü belki de.
Türk, öykülerinde şiirden ödünç alınmış bir dili hikâyenin klasik kurgusuna gömer ve üzerini düzleyerek hikâyeyle bütünleştirir. Öyküleri, hikâyelerini anlattığı kişilerin tüm hüzün ve yalnızlığına rağmen yüzünü güneşe dönen öykülerdir. Yazar her şeye rağmen bak önümüzde yeni bir mevsim demeyi ihmal etmez.

1http://www.cinerituel.com/2014/11/una-giornata-particolare-1977-fasizm-karsiti-bir-sinema-destani.html


Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...