Çöl’e telmihte
bulunmuşsa şair uzak bir yolculuğa hazırlanmak düşer okuyucuya. Şair
uzakta olanı bile yanı
başındaymış gibi anlatır. Biz yanı
başımızdakine bile uzak düşeriz. Hayat ve şiir/ tezat: ” İçimiz çölse biri
geçmiştir.” Bazıları da içimizden geçip çöle varmadıysa ne yazık! İçimiz çölse dışarıda bir vadi mi vardır?
Bereketli topraklardan, gürül gürül akan sulardan sonra bir çöle nasıl varır
insan? Daha doğrusu çöl’ün mecazları çoğaldıkça
anlamı değişir mi? Serkan Türk’ün
Serander yayınlarından çıkan şiir kitabı – içimiz çölse biri geçmiştir- adını
taşıyor. Kitabın kapağındaki resmi ve bu
mısrayı birlikte okuyunca çöl uzun bir nehre dönüştü zihnimde. Çöl ve nil.
İki hece ayrı ayrı ve birçok şeyin özeti.
Uçsuz bucaksız bir kumda bir yolcunun ayak izleri. Çölün gövdesinde biriken
anılar derken bir kum fırtınası ve her şey tarumar. Aşka sonundan başlamak.
Nehir çölün neresinde? Nehir şairin kalbinde, kelimelerinde okurken duyuyorum
suyun / şairin sesini.
“her dua bir
yalnız işi
kimin
sessizliği böyle kırmakta gönlümü
yoksun gün
devirmekte kırkını”
Mırıltıların
duaya dönüşmesi mi, sessizliğin bir yontucu gibi şairi yontması mı yokluğun
yoksulluğu mu hangisi olduğunu bilemediğim çağrışım uzak duran bir sevgilinin
imgesini belirginleştiriyor zihnimde. Kimseler anlamıyor bu uzaklığı. Şair de
mi? Evet en çok o anlamıyor. Aldanmayın şairlerin her şeyi bildiklerine!
Kitabın sayfalarını çeviriyorum çöl’e başlar gibi. “terleyen bir kalp” kitabın
ilk bölümü. Hatırlıyorum kalbimin terlediği anları ve kalbinden terlemeyi
bilemeyenleri. Şairlerin yüzleri terler önce sonra kalpleri biliyorum. Bir çöl
nasıl geçilir ki başka türlü.
“hem ağrısısın
içimin
hem istediği şenlik”
Ağrıyan bir
ben özlemle bekler ağrının dineceği zamanları. Uzaktaki bir zamana postalanan
bu dilek, uzaktaki sevgilinin bir gülüşüyle gerçekleşecektir. Ne var ki o
gülüşün bir tarihi yoktur. Şair ve dil’e dökülen yalnız olamama hali/ yalnızlık
şairin en yalın hali
“her
sarsıntı bir başlangıç,
dallarımı
kıran rüzgar
uykusuz
geceleri kovamadığımdan
peri’ye
kıyamadım
içimin
bıçağıyla oydum durdum gövdemi”
Oyulduğumuz
yerden bir başkası çıksa. Ne çok başkaları olur bize benzemeyen. Bize
benzemeyenleri sevişimiz öldürüyor bizi. Ölmemek için başkasını doğuruyoruz.
“o
peri’yi öldüresiye sevdim içimden “
İçimizden sevdiklerimiz! İşte
nehrin kıvrıla kıvrıla akışı yeniden çölün sessizliğini unutturuyor bana.
Şairin hatırladıkları okuyucunun geçmiş yaşantısıdır.
“benim
sırtım kime dönük
tanrı bilir o değil mi içime dolduran ağaçları
susayan
nehirleri kalbimden geçiren”
Tanrı en çok
içimiz çölken mi anıyor bizi? Ve biz neden duyamıyoruz Tanrı’nın bizi andığını.
Şair duyuyor duymasına da kilidi kırıp bir adım öteye geçemiyor.
“ben kendimi
dike dike
söke söke derimden
bazı kazak,
bazı çorap
ördüm içimde”
Sökmesini
bilen şair, örülense şiirdir. Kim için örüldüyse şiir “ona” yokluğa emanet!
Şairi var eden her mısra ‘o’ nu daha da uzaklaştırıyor. Susmak için, noktayı koyabilmek
için bazen ne çok konuşuruz. Anlattıkça hafifleyip, içimizdeki yükten
kurtulacağımızı sanırız. Bir el, içimizde öre durur anlattıklarımızı, bir de
bakarız her şey yerli yerinde.
Kitabın ikinci
bölümü “ kaburgalar ülkesi” kalbime dokundum! Yerindeydi evet! Bütün iç
organlarım da yerli yerindeydi. Ve kaburgalarım bir zırh gibi gövdemi
örtüyordu. Şair ne diyordu:
sahip
çıkılmamış bir kalp duruyor
ölü doğmuş bir çocuktur
aramızdaki mesafe
görmek acısı,
yurdu uzak kaburgalar ülkesi
yollar köprüler
atılıyor.
“ölü doğmuş
bir çocuktur aramızdaki mesafe” uzaklığın en uzak hali. Ne denir ki! Susmak
geliyor içimden.
“bana kendi
dilinde sus yaşlı dünya
sana bütün
dillerde yanayım”
Serkan Türk’ün
ikinci şiir kitabı imge yüklü. Çöl’den geçip de gelmişlere, çöl’ü hiç
bilmeyenlere, içi çöl olanlara ve de
uzaktakilere gönderilmiş mısralar yalnızlığı en yalın haliyle duyumsatıyor.
Açılmayı bekleyen kilitler vardır. O kadar uzun sürer ki o kilitleri açmak. Her
okuyucunun açtığı kilit farklı olacaktır. Kim bilir kaç okuyucunun düş gücüyle
açılacak kilitler? Ne yazık hiç birimiz o anı göremeyeceğiz yine de
hissedeceğiz…
Arzu ALKAN ATEŞ