12 Mayıs 2020 Salı

Ausgang'a Dair

“Yazı seviyorum. Belki biraz da güzü. Doğanın, cesaretini kazanıp her şeyin örtüsünü yenilemesini. Yeşilin, pembenin, morun, beyazın birbirine karışmasını. Belki de benim cesedim, bu renklerden birine dönüştürecek üzerimde büyüyen otları. Yaşlanırken bunları da düşünüyor insan. Solgunlaşan yanak derisinin pembeliğini toprağa vereceğini.”
Almancasını buldum Sevgi’nin sözlüğünde. Ausgang.
Bir diğer adıyla “Çıkış” demekmiş.
İnsanlar tarafından önemsiz görülen Onnik Efendi’nin yine insanlar tarafına bir şey ifade etmeyen günlüğü valizinden çıktığında hikaye sizi farklı coğrafyalara, yeni insanlara, şehirlere, acıya, sevince ve hayata daha doğrusu hayatın olağan akışına bırakıyor.
“İnsan neden günlük yazar ki, diye soruyor içlerinden biri.
Kaç yaşında olursa olsun insan anlaşılmak istiyor. Bir anlayan bulamasa da hafızasını diri tutma ihtiyacı hissediyor.”

Romanın ilk anlatıcısı Hami Pazarlı’nın günün birinde Onnik Efendi’nin günlüğünü bulmasıyla hikaye başlıyor aslında. Romanın diğer anlatıcısı ise geçmişe ve anılara karışmış Onnik Efendi’den başkası değil. Karakterin kendini bir adaya sürüklemesiyle hikâye devam ediyor. Kendi içinde verdiği iç hesaplaşmalar, geçmişi, şimdisi, yalnızlığı gibi pek çok şeyi düşünmesi için adayı bir sığınak bundan öte bir kaçış hatta “çıkış” olarak görüyor diyebiliriz.
Onnik Efendi’nin hikâyesi ise, “Zaman bize istediğimizi değil, istediğini verir” cümlesiyle eş değer. Coğrafya kaderdir, sözünü de keza Onnik Efendi bana yeniden hatırlatıyor. Yalnızlığın, unutulmuşluğun sembolüdür Onnik Efendi. Canı yanmasına rağmen içinde kötülük barındırmayan, yardımsever, haksızlığa uğrasa dahi kendi kendine merhem olan bir karakter. Sokakta, caddede herhangi bir yerde karşılaşmak, kendisine içten bir tebessüm bırakmak hatta elini dostça sıkmak istediğim bir beyefendi kendisi.

Geçmişe dönüşle birlikte şimdi’nin buluşması olmuş Ausgang. Trajik insan hikayelerini içinde saklıyor. İşinden kovulan, televizyona çıkan, sokaktaki insandan, hırsızlık yapana kadar pek çok insan hikâyesi barındırıyor. Bunun yanı sıra “sınır” “ülke” “dil” ve “zaman” kavramları gibi bizlere bu kavramları bir kez daha irdelememizi ve düşünmemizi sağlıyor. Zamanın insanları nasıl yoğurduğu, insanların acısını, geçmişini, sevincini, hüznü, savaşı, yarım kalan aşkı nasıl anıya dönüştürdüğünün hikâyesi. Bu yüzden kelimelerle oynayıp düşündüren, yüzleştiren ve görmediğimiz yüzlerini bize gösteren kalemleri her zaman seviyorum.
Ausgang, görünürde 190 sayfa olmanın ötesinde mütevazı ve sade diliyle içeriği yoğun bir kitap.


Bunun yanında bir de doğa var. Sayfaları çevirdiğinizde doğanın seslerini yanınızda hissedebilir, Serkan Türk’ün şiirsel dilini romanında da kaybetmediğini okurken anlayabilirsiniz. Harika bir pasaj,


“Küçük ırmak nereye akarsın?
Sana akarım.
Neler gördün yeryüzünde?
Taşlar gördüm. Her şeyi bilip susan. Kırlar gördüm, yayla kuzuları görmüş. Ağaçları dinledim.
Neler anlattı sana o ağaçlar?
Gök birdir, sana yeter onun altında geçirdiğimiz zaman.”

Eserde sevdiğim beni düşündüren altını keyifle çizdiğim pek çok alıntı var. Farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda geçen farklı acıların bir bütünü diyorum. “Ada” kavramı bile bence insanın zihninde başlayıp sonlanan bir şey. Belki bir metafor belki karakterin kendi ütopyası, bilemiyorum. Karakterin bir “çıkış” yolu aramasıyla bile bizlere aslında umudu fısıldıyor. Hepimizin zaman zaman “alıp başımı gidesim var” dediği zamanla örtüşüyor ve aslında çıkışın bir adaya, bir sahil kasabasına gitmekle bitmeyeceğini öğretiyor. Önemli olan kişinin kendiyle yüzleşmesi, kendi iç hesaplaşmalarına yanıt bulabilmesi ve yine insanın kendi özgürlüğünü kendinin yaratabilmesiyle alakalı. Kimine göre “son çıkış” kavramı bir son gibi görünürken kimine göre ise yalnız görmesi gereken bir umut ışığı...

“Zamanın seni bilmediğin, korktuğun bir şeye dönüştürmesine izin verme. Karanlık, kimine göre yeryüzünün apaçık görüldüğü tek şey. O parlak ışıkların altında başını dik tut ve sadece yürü. Sırtına güven. İçine hapsolduğun o sığınaktan, korkulardan ve korkuluklardan uzaklaşacak ve hayatın olanaklarını fark edip çıkışı bulacaksın…”

Her bir sayfası geçmiş ve şimdi olan bu romanda tanıdığım her karakteri de ayrı ayrı sevdiğimi belirtmek isterim. Sıdıka, İsmet, Hacer, Hranüş ve diğerleri. Hepsi çok kıymetli.

Bizler, zamanın içine hapsolmuş varlıklarız. Hepimizin kendi içinde aradığı bir “çıkış, son çıkış” var. İrdelemek isteyenlere, keyifli okumalar olsun.

Mihriban Akçay-1000 Kitap Yorum

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...