7 Temmuz 2020 Salı

Yunus Çinçin yazdı: Ausgang: Çıkış Yollarını Aydınlatan Bir Roman

"ne istiyordum hayattan

bunu soruyorum kendime zamanlı zamansız
geçmişi canlandıran sihirbazsın
diyor bana tanımadığınız biri
elimde bir film makinesi
ne düşüyorsa gönlümden
onu buluyorum görüntüde
birbirine doğru koşan iki kişiyi
bazı anlar bazı yaşları bekliyor doğrusu"
                   

Serkan Türk’ün “Ausgang” adlı kitabı; özgün ve yaratıcı kurgusuyla, şiirsel dili ve anlatımıyla, alışılmışın sınırlarını zorlayan anlatım tekniğiyle, ele alınan konuların çeşitliliğiyle, tarihle ilgili verilen bilgilerle, bahsi geçen yazarlar, şairler, filmler ve şarkılarla, ülke ve dünya meselelerine duyarlı yaklaşımıyla oldukça başarılı bir ilk roman.

Türk, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan romanı “Ausgang”da işlediği konuları; suya atılan taşın suda yarattığı halkalar gibi birbirini takip eden ve etkileyen, merkezinde insanlık ve dünyanın olduğu, yerelden evrensele; bireyden topluma genişleyen halkalar gibi birbirini kapsayıp bütünleyecek şekilde ele alıyor. Romanın etkisi, bir merkezden çıkıp büyüyen halkalar gibi okundukça artıyor ve okuru her boyutuyla sarıp sarmalıyor.
Arkeolog Hami Pazarlı ve Fransız sevgilisi, Hami Pazarlı'nın annesi ve babası; Onnik Efendi ve sevgilisi Hranuş; kör, küçük kız Nahrin; fotoğrafçının kızı Karin; Sıdıka ve eşi İsmet, Sıdıka'nın annesi ve babası; Hacer ve babası; Azize ve kocası; müzisyen gençler; Hami Pazarlı’nın Bütünanne’si ve büyükbabası, Bulgaristan göçmeni Hasan; 6-7 Eylül Olayları’na karışmış İbrahim; yaralı köpek, Hami Pazarlı’nın örümceği, yavru köpek, yedi yüz yıllık zeytin ağacı, şehirler, sınırlar, evler, tarihi mekânlar, ada, deniz romanda bir bütünün parçaları gibi, ülkemizin çok kültürlülüğünü, doğanın, hayatın çok renkliliğini, çok sesliliğini yansıtıyorlar.
Romanda, yolları kesişen tüm kahramanlar; İbn-i Haldun'un "Coğrafya kaderdir." sözünü doğrularcasına, aynı coğrafyanın farklı bölgelerinde ve farklı zamanlarda yaşadıkları zorluklara, sıkıntılara, kayıplara, travmalara rağmen bir çıkış yolu bulmaya, umudu yeşertmeye, insan kalmaya çalışıyorlar. Bizler de okur olarak yazarın romanında anlattığı insan hikâyeleriyle, kahramanların yaşadıklarıyla, yüzleştikleriyle bir yapbozu tamamlar gibi; insanın, insanlığın ve dünyanın içinde bulunduğu durumu derinlemesine anlıyor ve kitap bittiğinde insana, insanlığa, dünyaya ait büyük resmi görüp insanlık için çıkışın ne olduğunu seziyoruz.
Ausgang, Serkan Türk’ün yazımın başına aldığım şiiriyle başlayıp kahramanın İstanbul’dan, iki yıl önce geldiği Gökçeada’ya (İmroz) tekrar gelişi, adada daha önce de kaldığı otele yerleşmesi, adada geçirdiği süre içerisinde hem adadaki yaşantısını hem de geçmişte yaşadıklarını ikinci tekil kişi ağzından anlatmasıyla devam ediyor.
İsmi romanda sadece bir yerde geçen kahramanın anlattıklarını okurken geçmişinde ve benliğinde yaptığı kazılara eşlik ediyoruz. Hami Pazarlı, bir yandan yeniden geldiği adada Fransız sevgilisiyle iki yıl önce yaşadıklarını hatırlarken bir yandan da adanın doğasına, tarihi dokusuna ilişkin bilgi ve gözlemlerini; doğadaki canlılarla ilişkisini anılar eşliğinde, şiirsel bir dille anlatıyor.
“Bu adayı seviyorum. asırlar önce bu adada sadece bir hayvan türü yaşarmış, biliyor muydun? Yalnız hayvanların yaşadığı bu kocaman ada, o zaman dünyanın en uygar yerlerinden biriydi muhtemelen. İnsan ehlileştirdiğini sanıyor dünyayı.”(s.14)
Hami Pazarlı, adada gezip zaman zaman geçmiş günleri hatırlayıp kendiyle ve yaşadıklarıyla yüzleşirken bir yandan yanında getirdiği günlüğü okur. Hami Pazarlı, köksüz bir nilüfere benzettiği Onnik Efendi’nin günlüğünü okudukça onun hakkında daha fazla fikir sahibi olur. Onnik Efendi, genç adamın yaşamının bir parçası haline gelir.  
“Kim bilir belki de yazıya dökülmüş bir yaşamda bulurdun kaderinin panzehirini.” (s.30)
 Hami Pazarlı, kaldığı otelde kahvaltı ederken bir televizyon kanalındaki gündüz programında, programa katılan Hacer’in hayat hikâyesini dinler. Katıldığı programda anlattıklarıyla Hacer de romana dâhil olur.
“Yoksulun fukranın yeri bellidir. En aşağı işleri yaparlar. Orada çakılı kalırlar. Çıkış yolunu bulmakta zorlanırlar. Babam belki de çıkış yolunu bulamadı da ondan gelemedi dedim anneme. Almancasını buldum Sevgi’nin sözlüğünde. Ausgang.” (s.32)
Hami Pazarlı, Onnik Efendi, Hacer ve romanın diğer kahramanları, yaşadıkları ve tanıklık ettikleri olaylarla ülkemizin ve dünyanın yakın tarihinin bir panoramasını sunarlar bizlere.  Çok katmanlı bir roman olan Ausgang’da; “savaş, siyaset, toplumsal şiddet, bireysel silahlanma, terör, asimilasyon, spordaki şiddet, etnik milliyetçilik, anadil, linç kültürü, kadına şiddet, çevre kirliliği, hayvan katliamları, nesli tükenen hayvanlar, ormanların yok edilmesi, çarpık kentleşme, tarihi dokuların tahrip edilmesi, toplumsal ve kültürel yozlaşma, faili meçhul cinayetler” gibi pek çok sorun kahramanların yaşadıkları olaylar eşliğinde ele alınır.
“İster sarılar kazansın, ister yeşiller, hepsi bir bütün renge bürüyemiyorlar bu yurdu. Bu ülke her dönem kendi zencisini yaratmakta pek mahir.”(s.37)
“Binaları yıkıyor, arsaları açıyorlar. Ağaçları yerinden   söküyorlar. Bunca mazi, harabelerin altında kalıyor, yazık.”(s.42)
“Bu sokaklarda bir süre sonra yükselecek binalar, her yeri değiştirecek. Bir yerin yerlisi olmak, tarih; bir yerin yabancısına dönüşmek, zorunluluk olacak. Şimdi makineler yapıyor bu büyük değişimi. Önceden savaşlarla iktidarlar yapardı aynı işi. Yeryüzü   büyük süngüler görmüş bu yüzden. Doğdukları yerde ölemeyenlerin hep bir gözü açık olsa gerek.”(s.42-43)
“Doymak bilmeyen toprak, sulandıkça sulandı da bitmedi kan isteği. Ateşkes kalıcı olur umarım. Şunun şurasında kaç yıl önceydi oysa, isteyen istediği gibi geçip gidiyordu ülkeden ülkeye. Şimdi hepimiz bir kafesin içinde kanat çırpıyoruz.” (s.64)
Romanda sadece yaşama dair olumsuzluklar anlatılmaz. Hami Pazarlı’yla Fransız sevgilisi arasındaki aşk, iç burkan ve yürek dağlayan bir seyir izlese de Hami Pazarlı’nın sevgilisine sadakati içimizi ısıtır, aşka ve insana dair umutlarımızı yeşertir. Yine Onnik Efendi’nin sevgilisi Hranuş’a duyduğu aşk bir vefa örneği olarak romandaki yerini alır ve kalplerimizi yumuşatır.
Romandaki güzellikler aşkla sınırlı kalmaz. Hacer, yaşadığı her türlü olumsuzluğa rağmen umudunu yitirmez ve babasına ulaşmaya,  bulamadığını düşündüğü çıkış yolunu ona göstermeye çalışır. Sıdıka ve ailesinin, yaşadığı büyük travmadan sonra Onnik Efendiyi sahiplenmeleri, onun fiziksel ve ruhsal yaralarını sarmaları ve Onnik Efendiyle Sıdıka’nın dost olmaları insanımıza güvenimizi tazeler.
 “6-7 Eylül Olayları”na katılıp insanları darp eden İbrahim’in yaralı bir köpeği ölümden kurtarıp geçmişte yaptıklarından pişman olduğunu belirtmesi; Hami Pazarlı’nın yedi yüzyıllık zeytin ağacıyla bağ kurması; Onnik Efendi’nin kapısına bırakılan köpek yavrusunu koruyup kollaması, sevgiyi, merhameti, cana saygıyı, empatiyi bizlere yeniden hatırlatır.
Romanda, Hami Pazarlı’nın sen diliyle konuşturulması gibi edebi metinlerde pek alışık olmadığımız bir anlatımı başarıyla gerçekleştirmiş yazar. Bunun yanında, Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan “Uyurgezer Bir Gölge” adlı öykü kitabındaki “Köpek” adlı öyküsünü ve şiir kitaplarından bazı şiirleri eserine alarak postmodern anlatı tekniklerinden metinlerarasılığı ustaca kullanmış. Yazar, romanında anlattığı konulara uygun ve bazıları kendi şiirlerinden alınan etkileyici epigraflar, alıntılar kullanarak romanının içeriğini daha da zenginleştirmiş.
“Parka gittiğim vakit
Sorardım ağaçların hatırını.”
                                Muzaffer Tayyip Uslu
 “sen sarıl diye gelinir dünyaya
boynunu bükük bırakmam çiçeklerin.”
                                                      Serkan Türk
“Kalbin arzuladığı yere giden bütün yollar uzundur.”
                                                               Joseph Conrad
 “balkonlar evlerin kirpikleri değil mi
zaman zaman açılıp kapanan sokağa
yine de gözlerini severim evlerin
bir pencere ne çok yalnızlıktır aslında”
                                         Serkan Türk
“Ölüm; kapının önünde ne çok ayakkabı!”
                                                                Kadir Aydemir
“Şehrin en güzel manzarasına /mezarlar bakar sevgilim,”
                                                                        Onur Şahin
Serkan Türk, romanında her ne kadar ülkemizde ve dünyada yaşanan olumsuzluklardan söz etse de Mevlana’nın Mesnevi’sindeki bir hikâyede bahsi geçen istiridyenin içine giren ve kendisini rahatsız eden bir kum tanesini inciye dönüştürmesi gibi,  olumsuzlukları olumluya, çirkinlikleri güzelliğe dönüştürmeyi ustaca başarıyor. Hami Pazarlı, Onnik Efendi’nin yaşadığı her türlü olumsuzluğa, acıya rağmen içinde büyüttüğü umudu ve yaşama sevincini daha da yeşertmek üzere Onnik Efendi’den devralıyor.  Yazar Serkan Türk,   romanı  “ Ausgang”la umudumuzu; iyiye, doğruya, güzele olan inancımızı tazeleyerek bizlere çıkışı sezdiriyor.
Çok zengin bir içeriğe sahip olan, şiir tadında okunan bu güzel romanı okumanızı tavsiye ederek yazımı Türk’ün romanının sonuna eklediği güzel şiiriyle bitiriyorum.
"Ne buluyordum hayatta
gam keder biraz ömrün perişanlığını
atlar dağ başlarından ovalara
demek isterdim kuş sürüleri bahçelerde
binalar hep binalar betondu hapishanemiz
hepsi muamma bu beklemelerin
koşan bacaklar yürüyen bacaklar kırılan bacaklar
yorulan gönlümüz kalacak aklımızda
biraz da geleceğin iskeletidir hüzün"

Serkan Türk, Ausgang, Yitik Ülke Yayınları, İstanbul, 2020




12 Mayıs 2020 Salı

Ausgang'a Dair

“Yazı seviyorum. Belki biraz da güzü. Doğanın, cesaretini kazanıp her şeyin örtüsünü yenilemesini. Yeşilin, pembenin, morun, beyazın birbirine karışmasını. Belki de benim cesedim, bu renklerden birine dönüştürecek üzerimde büyüyen otları. Yaşlanırken bunları da düşünüyor insan. Solgunlaşan yanak derisinin pembeliğini toprağa vereceğini.”
Almancasını buldum Sevgi’nin sözlüğünde. Ausgang.
Bir diğer adıyla “Çıkış” demekmiş.
İnsanlar tarafından önemsiz görülen Onnik Efendi’nin yine insanlar tarafına bir şey ifade etmeyen günlüğü valizinden çıktığında hikaye sizi farklı coğrafyalara, yeni insanlara, şehirlere, acıya, sevince ve hayata daha doğrusu hayatın olağan akışına bırakıyor.
“İnsan neden günlük yazar ki, diye soruyor içlerinden biri.
Kaç yaşında olursa olsun insan anlaşılmak istiyor. Bir anlayan bulamasa da hafızasını diri tutma ihtiyacı hissediyor.”

Romanın ilk anlatıcısı Hami Pazarlı’nın günün birinde Onnik Efendi’nin günlüğünü bulmasıyla hikaye başlıyor aslında. Romanın diğer anlatıcısı ise geçmişe ve anılara karışmış Onnik Efendi’den başkası değil. Karakterin kendini bir adaya sürüklemesiyle hikâye devam ediyor. Kendi içinde verdiği iç hesaplaşmalar, geçmişi, şimdisi, yalnızlığı gibi pek çok şeyi düşünmesi için adayı bir sığınak bundan öte bir kaçış hatta “çıkış” olarak görüyor diyebiliriz.
Onnik Efendi’nin hikâyesi ise, “Zaman bize istediğimizi değil, istediğini verir” cümlesiyle eş değer. Coğrafya kaderdir, sözünü de keza Onnik Efendi bana yeniden hatırlatıyor. Yalnızlığın, unutulmuşluğun sembolüdür Onnik Efendi. Canı yanmasına rağmen içinde kötülük barındırmayan, yardımsever, haksızlığa uğrasa dahi kendi kendine merhem olan bir karakter. Sokakta, caddede herhangi bir yerde karşılaşmak, kendisine içten bir tebessüm bırakmak hatta elini dostça sıkmak istediğim bir beyefendi kendisi.

Geçmişe dönüşle birlikte şimdi’nin buluşması olmuş Ausgang. Trajik insan hikayelerini içinde saklıyor. İşinden kovulan, televizyona çıkan, sokaktaki insandan, hırsızlık yapana kadar pek çok insan hikâyesi barındırıyor. Bunun yanı sıra “sınır” “ülke” “dil” ve “zaman” kavramları gibi bizlere bu kavramları bir kez daha irdelememizi ve düşünmemizi sağlıyor. Zamanın insanları nasıl yoğurduğu, insanların acısını, geçmişini, sevincini, hüznü, savaşı, yarım kalan aşkı nasıl anıya dönüştürdüğünün hikâyesi. Bu yüzden kelimelerle oynayıp düşündüren, yüzleştiren ve görmediğimiz yüzlerini bize gösteren kalemleri her zaman seviyorum.
Ausgang, görünürde 190 sayfa olmanın ötesinde mütevazı ve sade diliyle içeriği yoğun bir kitap.


Bunun yanında bir de doğa var. Sayfaları çevirdiğinizde doğanın seslerini yanınızda hissedebilir, Serkan Türk’ün şiirsel dilini romanında da kaybetmediğini okurken anlayabilirsiniz. Harika bir pasaj,


“Küçük ırmak nereye akarsın?
Sana akarım.
Neler gördün yeryüzünde?
Taşlar gördüm. Her şeyi bilip susan. Kırlar gördüm, yayla kuzuları görmüş. Ağaçları dinledim.
Neler anlattı sana o ağaçlar?
Gök birdir, sana yeter onun altında geçirdiğimiz zaman.”

Eserde sevdiğim beni düşündüren altını keyifle çizdiğim pek çok alıntı var. Farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda geçen farklı acıların bir bütünü diyorum. “Ada” kavramı bile bence insanın zihninde başlayıp sonlanan bir şey. Belki bir metafor belki karakterin kendi ütopyası, bilemiyorum. Karakterin bir “çıkış” yolu aramasıyla bile bizlere aslında umudu fısıldıyor. Hepimizin zaman zaman “alıp başımı gidesim var” dediği zamanla örtüşüyor ve aslında çıkışın bir adaya, bir sahil kasabasına gitmekle bitmeyeceğini öğretiyor. Önemli olan kişinin kendiyle yüzleşmesi, kendi iç hesaplaşmalarına yanıt bulabilmesi ve yine insanın kendi özgürlüğünü kendinin yaratabilmesiyle alakalı. Kimine göre “son çıkış” kavramı bir son gibi görünürken kimine göre ise yalnız görmesi gereken bir umut ışığı...

“Zamanın seni bilmediğin, korktuğun bir şeye dönüştürmesine izin verme. Karanlık, kimine göre yeryüzünün apaçık görüldüğü tek şey. O parlak ışıkların altında başını dik tut ve sadece yürü. Sırtına güven. İçine hapsolduğun o sığınaktan, korkulardan ve korkuluklardan uzaklaşacak ve hayatın olanaklarını fark edip çıkışı bulacaksın…”

Her bir sayfası geçmiş ve şimdi olan bu romanda tanıdığım her karakteri de ayrı ayrı sevdiğimi belirtmek isterim. Sıdıka, İsmet, Hacer, Hranüş ve diğerleri. Hepsi çok kıymetli.

Bizler, zamanın içine hapsolmuş varlıklarız. Hepimizin kendi içinde aradığı bir “çıkış, son çıkış” var. İrdelemek isteyenlere, keyifli okumalar olsun.

Mihriban Akçay-1000 Kitap Yorum

17 Nisan 2020 Cuma

Güneş

kızıma babamın adını verdim
diyor fırat, günü dağların ardından başlatmış gibi,
güneşi gördüm yüzünde, kırk yıllık serüveni

selvili tepeyi, zeytin ağaçlarını ve limonları
o tuhaf nehrin böyle uluorta aktığını
buldum gönlü bulutlu zamanları
ankara’yı bursa’yı çoğu yalnız akşamı
defterine düştüğü satırları
cümle gölgesinde büyüyen sancıyı
yason burnu’ndaki o fotoğrafı
kızıma babamın adını verdim
diyor fırat, son güzü yaprak açması sanarak
dünyaya bıraktı tomurunu

insanın kalbi ayna,
bir bebekle görünür olan yüzümüz
duydukça nefesini, gülüşünü kızının
yarım sevgisini tamamlayan

tanrı’nın mucizesini anlatır gibi
kızıma babamın adını verdim, diyor fırat


Serkan Türk

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...