26 Haziran 2013 Çarşamba

Otuzların Kadını


Geçtiğimiz sabahlardan birinde çevresi ağaçlarla çevrili bir pastanede bugün küskün olduğum bir arkadaşımla oturuyordum. Masamızın hemen yakınlarında duvara monte edilmiş büyük ekran televizyonda eski bir şarkıcının klibi oynuyordu. İkimiz bir şeyler konuşmak yerine doğru sözcüğü arıyormuş gibi susuyorduk. Aramızdaki gerginliği azaltacak o sözcüğü ve başlangıcı yapamadık. Çevremizde oturmakta olan yüzlere, kahvaltı tabaklarına, çeşit çeşit tuzluklara, peçetelere, küllüklere,  sandalyelerin arkalarına asılmış yağmurluklara, kazaklara bakıyorduk. Bir yandan düşünüyorduk geçirdiğimiz süreci. Bizden birkaç masa ötede iki yazar oturmuş bir konu hakkında hararetli konuşuyordu. Yazarlardan birinin sıkı okuru sayılabilirdim. Diğerini son on yıldır dergilerden okuyordum. Hatta bir etkinlikte yan yana gelme fırsatını da yakalamıştım. Tanıdık bir yüz görmüş olmanın sevinci doldu içime. Sanırım benim sürekli yaşadığım kentte değildi bu pastane. Daha önce de gelmemiştim.
İkimiz de o sessiz geçen dakikalardan sonra karşılıklı oturmaktan sıkıldık ve kalktık masadan. Nasıl vedalaştık? Birbirimize neler söyledik, sarılıp mı ayrıldık hatırlamıyorum. Bazı şeylerin hafızanızda neden yer etmediğini bilemezsiniz ya bunun nedenini bunca gün sonra bile bulamadığımı fark ediyorum.
Bir süre pastanenin etrafındaki ağaçların altında yürüdüm. Baharın kendini yeni yeni hissettirdiği bir dönemden geçiyorduk. Ağaçlar çiçeklenmiş, çimler daha bir yeşildi. Gökyüzü olabildiğine mavilik içinde.
Sonra pastaneye geri döndüm. Bu kez az önceki masanın etrafı daha kalabalıktı. Daha önce ikisi dışında yan yana görmediğim insanlar bir konu üzerine konuşuyordu. Masaya doğru yürürken Karin Karakaşlı ile göz göze geldik. Hemen ardından Müge İplikçi ve Ercan Yılmaz’la… Tomris Uyar’ın sırtı bana dönüktü.  Omuzlarından dökülen mor bir şalı vardı. Yanlarına yaklaşıp selamlaştım. Göz göze geldiğimiz an bana göz kırptı.
Cemal Süreya, Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın hakkında şiirler yazdığı özel bir kadındı Tomris Uyar. Neşeli görünüyordu. Onunla karşılaşmaktan mutluluk duydum. Birkaç sene önce öldüğü bir an için bile gelmedi aklıma. Nedense Otuzların Kadını kitabındaki yağmurlu günü anımsadım. Tepedeki eve ulaşmaya çalışırken yardım istediği genç çocuğu. Yolun bir yerinden sonra tedirgin oluşunu ve çocuktan kurtulmak için etrafına yardım isteyen gözlerle bakışını ve düşüncelerini. Hikâye bana kalırsa Çengelköy sırtlarında geçiyordu.
Ben bunları düşünürken Tomris Uyar masadan kalkıp birkaç metre uzaklaştı.  Elindeki fotoğraf makinesini daha sonra fark ettim. Ercan yanımdaki sandalyeye geçti. Müge ve Karin birbirine yaklaştı.  Masaya ben oturduktan sonra Karin’in yeni çıkan kitabından bahsettik.
“Kitabın çıktığı günün anısına gülümseyin” dedi Tomris Uyar. 
Küskün olduğum arkadaşımla az önce oturduğum masaya sarmaş dolaş mutlu bir çift oturdu o an. Bir an gözlerimi onların üzerinde buldum. Kız, bahar çiçekleri gibi güzeldi. 
“Genç adam, makine bu tarafta bu yöne bakacaksın” dedikten sonra Tomris Uyar flaşı patlattı. Flaşın etkisiyle gözlerim kamaştı, başım döndü bir an.  Karanlık bir koridordan koşarak geçtim sanki.

Gözlerimi kapatıp açtığımda odamda buldum kendimi. Duvardaki poster yerindeydi. Başımın üstündeki ağaçların dalları tavana doğru uzanıyordu. Tuhaf bir duygu içinde yatakta sola döndüm. Hepsi rüya olamayacak kadar gerçekti. Masanın üzerinde yarım bardak su ve sıkı bir okuru olduğum Ayfer Tunç’un son romanı Yeşil Peri Gecesi duruyordu. 

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...