22 Kasım 2013 Cuma

geçmiş yaz'ların ardından

geçmiş yaz'ların ardından


"ve bildim ki yaz kalbimizdeki bir nar lekesinde başka bir şey değildi..."
burcu aker

            bir şairi/yazarı nasıl keşfeder insan? yaz günlerini yaşadığımız günlerde açıldı sayfası bir kitabın. bulutlu günler biraz uzakta kalmıştı. delikanlı sandalyesinde iyice gerinerek bir sayfa daha çevirdi. kız, gülümsedi okuduğu satırda ne yazıyorsa. bense tuhaf bir dönemden geçiyordum. kayıpların aslında ilerleyen yıllarda daha artacağından habersiz,  o günlere ait mutsuzluğu biriktiriyordum. garip bir kolleksiyoncu olmalıydım. biriktirdiğim pulların, kartpostalların yanında bir de mutsuzluk biriktirmek. eskide kalan ne varsa tuhaf bir özlemle hatırlıyordum. kapadığım kapıların yalnızlığı beslediğini ve çıkış yolunun yeniden o kapıları açmak olduğunu o günlerde anladım. ağaçlarla çevrili eski bir bahçede yer yer masalardan gelen konuşmalar, yer yer yükselen müziğin tesiri ile geri dönüyordum. delikanlı elindeki kitabın sayfalarını özenle çeviriyordu. okuduğu yazarın adını bir dergide mi görmüştüm yoksa kitapçı vitrinlerinde mi raslamıştım hatırlamıyorum. zamanla o sayfaları ben de açacaktım. o güzel yaz gününde konuşmaktansa okumayı tercih eden çifti bunca sene sonra hep hatırlayacaktım. masanın üzerine bıraktığı kitabı alıp çevirdim sayfalarını. öylesine açtığım sayfada yeni kitabına başladığını yazıyordu yazar. bense hiç okumamıştım eskide kalan kitaplarını."ucuz hüzünler kiralardım / alyanak bir kuklacıdan" böyle diyordu bir paragrafta. belleğimde kalan bu dizeler hüzün sözcüğünü seven bana bir armağandı sanki. hani o bildik hikayedeki palyaço gibi hissediyordum. hüzünler kiralamıştım ve hüzünleri kiralayanlar yazlarımın ışığını da kesmişti giderken. yeni bir şey keşfedemeyeceğimi bile bile bakıyordum dünyaya. her gün birbirine benzer şeyler yaşanıyordu. kız ile delikanlı önümdeki merdivenleri yavaş yavaş inip kayboldu. kitap elimde duruyordu hâlâ. garson bir bardak çay getirip koydu masaya. başka bir sayfayı çevirmeyip çayımı yudumladım.
            zamanla kazanılan okuma alışkanlığının titiz yanları yok değil. kitabın önsözünden, arka kapağına düşülmüş notlara, yazar/şair'in hayat hikayesine kadar incelikli bir okuma yapabiliyorsunuz. başka bir sabah açtığım geçmiş yaz defterleri'nin ilk sayfalarından başlayan- bir kanamaydı hatırlamak.-hatırlama. "hangi yazları yeniden yaşamak isteyebileceğimi sorar oldum kendi kendime" diyordu hilmi yavuz. yaz'lar bir balkonmuş ve her yerde limon çiçeklerinin kokusu. küçük çocukların ellerindeki bilyeleri ustalıklı bir biçimde bir başkasına atmasını görüyordum içimde. benim dışımda bisikletinin gidonuna sarılmış başka bir yalnız çocuk daha duruyordu sokağın sonunda. bu duruşun müziği kenny g. miydi? sonraları dinlemekten haz aldığım moustaki'nin lé météque'ni şarkısı, eski yazlara bir göz kırpmaydı.
            yaz'ın bittiği her yerde bir sararma yaşanacak. uzak yaz'da da yazdımdı 'köklerin sarsılmış, sarartmış içini unutmaktan uzak zaman.' bir kez daha okuduğum geçmiş yaz defterleri'nde kazım'ın tarlasındaki mısırların gövdeden başlayarak sararması. yazarın ifadesi ile bir yerlerim yeşil-olmakta direnmiyor mu hâlâ? kururken yaşamak hâlâ bu olmalı. bahçemizdeki elma ağacının kuruyan koca gövdesinin kesilip yere uzandığı o sonbahar gününde de gördümdü bunu. dalların bazıları yaşıyordu. beklesek bir sonraki baharın çiçeklenecekti muhtemelen o dallar. sararan frenkincirleri, zeytin ağaçları, yeşil sivri biberlerin rüzgârda hışırdaması. uzun saçları ile bir çocuğun rüzgârın önünde dikilişi, uzaktaki uçurtmaya bakarken. kazım'da bakar mıydı uçurtmalara? kitaptaki anlatıya göre bir gözü görmüyordu. ışıktan besleniyor her şey. bütün tadlarda ışıktan. hayatı tadarken, görmeyen bir göz acılık. uçurtma hep oralarda yükseklerde, bulutlara yakın. önlüklü çocuklar geçiyordur kapının önünden. onların yakalıkları hep beyaz.
            "neydi 'mutluluk' dediğimiz bizim? kestirmeden söyleyeyim: mutluluk algıdır." böyle diyordu yazar/şair. kazım'ın nebile'nin gözlükleri ile dünyayı görmesi de diyebilirdi mutluluk dediğimiz şeye. insanlar birgün birbirlerinin gözlerini ödünç alabilselerdi neye bakarlardı ilkin? ödünç gözlerle inilen merdivenleri dünyanın, kaygıyı azaltır mıydı? ben nereye bakardım ilkin o gözlerle? baktığım uzak yaz'larım değil miydi? var mıydı anların müziği? aydınlık günlerin içinden çıkagelen bitmekte olanın sesi, hüzünlü olduğu kadar dingin. huzur diyebiliriz buna. yaşamın hangi diliminde huzur sözcüğünün karşılığı verecek bir tabloyla karşılaştık? belki okuduğunuz ya da okuyacağınız bu kitapta, belli belirsiz hüzünlerin içinden parıldayan çocuk gözleri de var. bedeni yeniden keşfediş yaz güneşi'nde. şiirsel bir anlatı ile olgunluk evresinde yapılabilecek bir yüzleşme.
            bu kitabı okuduktan çok sonra bir salon dolusu öğrencininde bulunduğu bir akşam yazar/şair'in kendi sesinden şiirlerini dinliyorduk. " bir dağın uzantısı olmak / sana yetmediği zaman / gör ki sıra dağlar talanda..." bütün dağlarımın talan edilmişliği ve tanıksızlığım duruyordu karşımda. en yabanıl olanda kayboluyor ve bulunamıyordum iç coğrafyamda. belki çok sonra bende eski yazdığım defterlere dönecek ve o tarih atılmış zamanları yeniden tad alarak yaşayacaktım. acı da tatdı. "günlerden yola çıkarak geçmişi bir kez daha, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi,..." hep isteyebileceğimiz bir dönüş hali. odalar dolusu kalabalık. avludan gelen seslere ötelerden eşlik eden çekirge sesleri. hem tenhaya sığındım, hem de tenhaydım.
            bir yazarı okurken onunla yaşamak gibi birşeydi sözünü ettiğim şey. arka sokakta oturan biri gibi tanıdık gibiydiniz. okula gidişini gördüğünüz. bıyığının terleyişini, ilk aşkının sızını, çocuğunun göbek kordonunun kesilişine şahitlik ettiğiniz bir tanıdıklık. madem bunca yakındınız o yaz'lara, eski bir sandıkta taşınırdı anıları bilirdiniz. eşyanın hayatımızda durduğu yer. çocukluğumda önce sahip olup, sonra ablamın hışmına uğrayan-onun olan artık- bavulumu elimden alışına kızarak, başka bir gün  bıçakla onu kenarından kesişim. kesik bavul duruyor odanın bir köşesinde. saklınızın yakınınızdaki biri ile paylaşamamaktı bu. ya bu koca defterin incelmiş yazlara doğru gidilen yerde karşınıza çıkması. nasıl bir yaşam bağışı. organ bağışı hayat kurtarır. her yazar birazda bağışlar size gözlerini ve kalbini. gövdesini yazmaktadır hilmi yavuz. yaşarken ölümü görmek başka gözlerde. tenin çoğaldığını, başka hazlarla yeniden keşfetmek yaşam cennetinde. iki yıl aynı yerden bakmak eskiye. yeniden kurmak sözcüklerle yaşananı, arınmak belki de iç fırtınalarından."benim tanıdığım kadınların dudaklarında hep fırtınaların tadı vardı. sevişmek o kadınlarla, fırtınalarla sevişmekti."
            "insanların sesleri bile değişir yazın bitiminde." daha önce hiç dikkat etmediğiniz bu durum, başka mevsimlerde de gösterir kendini. yenilenen ve değişen doğa, insan bedenine dinçleştirir ya da yorgunluk hissi ile dolmasını neden olur. kış'ın bitimine yaklaşırken görünen azıcık güneş sokaklarda insanların artmasını sağlar. daha ince kıyafetler giyerek soyunuruz kabalığımızdan. söylenecek sözleri çoğalttığımız koca bir kış dönüp durduğumuz içimiz biraz rahatlar. nar'a dururuz. dağlarda açan manuşak çiçeklerinin kokusu gelir yerleşir kalan boşluğa. o eski sayfalardan sızan bir kokudur. kokular kalır, biz gideriz. yaz, bir dağın uzantısı gibi heybetli. her yaz'ın bir sevi masalına dönüştüren bellekteki sesler ve kokular.
            "karşımdaysa, içine bir parça gökyüzünün gömülü olduğu ağaç duruyor." başka bir görüntü hayal etmeye çalıştımsa da başaramadım. o küçük şehri her içimden geçirdiğimde benzer şeyler düşünüyordum hep. bir dağ duruyordu orada, karşımda. sarı güller yeni açmışlar bahçede. dut ağacı yapraklanmış, çağla ağacı küçük bir ağızı hatırlatıyor, örtüyor pencereyi. gelecek yıl aynı şehirde olamayacağımı biliyordum. daha sonraki yıllarda nasıl değişecekti bu bahçe. akşam karanlığı çökerken evlerin çatılarından sızan güneş parçacıkları..."bu görüntüyü bulabilecek miyim, gelecek yıl?"sorusu işgal ederken insanın içini, sözcüklerden kuşku duysakta, bazı yanıtları öğrenmek için yaşamak gerekiyor. yazar/şair bir sonraki yıl kazım ve nebile'nin mısır tarlasında yapılan beton havuzu gördüğünde nasıl durup baktıysa kendi içindeki manzaranın değişimine, bende baktım aynı dağın uzantısına. başka biri evime taşınmıştı. bahçemde akşamları çardakta oturup sohbet ediyorlardı. hani bazı zamanlarda sessiz kalmak istersiniz-o bahçe sessizdi.-benim sessizliğimdi. o akşam nezaket gereği çay için davet ettiler. daha önceden tanıdığım insanlardı. bir kaç saatimi onlarla geçirdim. evinizi satmak zorunda kalmışsınızdır-türk filmi gibi düşünün.- evin yeni sahibi, orada yaşadığınız günlere hürmet gösterir ve bir süre daha orada bir sığınmacı gibi kalmanıza izin verir. günlerden cumartesidir. haftanın en uzun günüdür cumartesi. orada kaldığım o iki saat çok kötü hissettim. merdivenlerimin trabzanlarına dokunan eller soğuktu. her şey silikleşmiş görüntü sanki azalmıştı. tam da kazım ve nebile'nin bahçesinden görünen o dağın bir parçasının bir teselliye dönüşmesi gibi. dünyada her şey değişiyor ve azalıyordu. sarı güller yine salkım salkım açmıştı bahçenin bir köşesinde. yine teselliydi, gökyüzünün içine yerleştiği ağaçta görünüyordu bir sonraki yıl, kazım ve nebile'nin bahçesinde.
            hilmi yavuz "zaman'la uğraşıyorum. yanlış anlaşılmasın, geçmiş zaman'ın ardına düşmüş değilim ben;..." diye belirtir içinde olduğu bir ân'ı anımsamak isteğini. hani sizde zorlarsınız belleğinizi ve anımsamak istersiniz bir yüzü. bir kadın, bir çocuk ya da eski sokağınızda yaşamış ihtiyar bir adam vaktinde göçmüş. öyle bir ân'ı hatırlamak zorlaşır zamanla. sesler kendini koruyabilese de görüntüler yalnızca fotoğraflardaki gibi anımsanabiliyor. geçmiş yaz defterleri' nde  en etkilendiğim bölümlerden biri de yıllar sonra anne'ye  yazılmış bir mektup. "sesini içimden hiç esirgeme, olur mu?" yalnızca ara ara hatırlanacak olan olarak kalmak, bunu düşündüm uzun uzun.

            şehrin en işlek yerinde dolaşırken karşınıza çıkan biri kendi kendi ile konuşur, güler. sizde tuhaf karşılarsınız bu durumu -bende öyle karşılıyorum.- ya insanın sürekli kendi içine konuşmasına ne demeli? insan yaşlanırken 'iki başına yürümek' diye bir şeyi keşfediyormuş. kendi ile öteki kendinin söyleşmesi. geçmiş yaz defterleri, yazdan başlıyor temize çekmeye sizi. sonra yazın bittiği yerler ve elbette kış günleri. kitabı bitirip arkanıza yaslandığınızda eylül'de kalmış olsa da satırlar, siz başka güzleri dolaşırken bulursunuz kendinizi. güz'ün güllerin solmaya başladığı zamanlar. ah, cumartesilerinin başlayan başkalığı.


Serkan Türk-2004

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...