geçmiş yaz'ların ardından
"ve bildim ki yaz
kalbimizdeki bir nar lekesinde başka bir şey değildi..."
burcu aker
bir şairi/yazarı nasıl keşfeder
insan? yaz günlerini yaşadığımız günlerde açıldı sayfası bir kitabın. bulutlu
günler biraz uzakta kalmıştı. delikanlı sandalyesinde iyice gerinerek bir sayfa daha
çevirdi. kız, gülümsedi okuduğu satırda ne yazıyorsa. bense tuhaf bir dönemden
geçiyordum. kayıpların aslında ilerleyen yıllarda daha artacağından
habersiz, o günlere ait mutsuzluğu
biriktiriyordum. garip bir kolleksiyoncu olmalıydım. biriktirdiğim pulların,
kartpostalların yanında bir de mutsuzluk biriktirmek. eskide kalan ne varsa
tuhaf bir özlemle hatırlıyordum. kapadığım kapıların yalnızlığı beslediğini ve
çıkış yolunun yeniden o kapıları açmak olduğunu o günlerde anladım. ağaçlarla çevrili eski bir bahçede yer
yer masalardan gelen konuşmalar, yer yer yükselen müziğin tesiri ile geri
dönüyordum. delikanlı elindeki kitabın sayfalarını özenle çeviriyordu. okuduğu
yazarın adını bir dergide mi görmüştüm yoksa kitapçı vitrinlerinde mi
raslamıştım hatırlamıyorum. zamanla o sayfaları ben de açacaktım. o güzel yaz gününde konuşmaktansa
okumayı tercih eden çifti bunca sene sonra hep hatırlayacaktım. masanın üzerine bıraktığı
kitabı alıp çevirdim sayfalarını. öylesine açtığım sayfada yeni kitabına
başladığını yazıyordu yazar. bense hiç okumamıştım eskide kalan
kitaplarını."ucuz hüzünler kiralardım / alyanak bir kuklacıdan" böyle
diyordu bir paragrafta. belleğimde kalan bu dizeler hüzün sözcüğünü seven bana
bir armağandı sanki. hani o bildik hikayedeki palyaço gibi hissediyordum.
hüzünler kiralamıştım ve hüzünleri kiralayanlar yazlarımın ışığını da kesmişti
giderken. yeni bir şey keşfedemeyeceğimi bile bile bakıyordum dünyaya. her gün
birbirine benzer şeyler yaşanıyordu. kız ile delikanlı önümdeki merdivenleri
yavaş yavaş inip kayboldu. kitap elimde duruyordu hâlâ. garson bir bardak çay
getirip koydu masaya. başka bir sayfayı çevirmeyip çayımı yudumladım.
zamanla kazanılan okuma
alışkanlığının titiz yanları yok değil. kitabın önsözünden, arka kapağına
düşülmüş notlara, yazar/şair'in hayat hikayesine kadar incelikli bir okuma
yapabiliyorsunuz. başka bir sabah açtığım geçmiş yaz defterleri'nin
ilk sayfalarından başlayan- bir kanamaydı hatırlamak.-hatırlama. "hangi
yazları yeniden yaşamak isteyebileceğimi sorar oldum kendi kendime"
diyordu hilmi yavuz. yaz'lar bir balkonmuş ve her yerde limon
çiçeklerinin kokusu. küçük çocukların ellerindeki bilyeleri ustalıklı bir
biçimde bir başkasına atmasını görüyordum içimde. benim dışımda bisikletinin gidonuna sarılmış başka
bir yalnız çocuk daha
duruyordu sokağın
sonunda. bu duruşun müziği kenny g. miydi? sonraları dinlemekten haz
aldığım moustaki'nin lé météque'ni şarkısı, eski yazlara bir göz
kırpmaydı.
yaz'ın bittiği her yerde bir sararma
yaşanacak. uzak yaz'da da yazdımdı 'köklerin sarsılmış, sarartmış içini
unutmaktan uzak zaman.' bir kez daha okuduğum geçmiş yaz defterleri'nde
kazım'ın tarlasındaki mısırların gövdeden başlayarak sararması. yazarın ifadesi
ile bir yerlerim yeşil-olmakta direnmiyor mu hâlâ? kururken yaşamak hâlâ bu
olmalı. bahçemizdeki elma ağacının kuruyan koca gövdesinin kesilip yere
uzandığı o sonbahar gününde de gördümdü bunu. dalların bazıları yaşıyordu.
beklesek bir sonraki baharın çiçeklenecekti muhtemelen o dallar.
sararan frenkincirleri, zeytin ağaçları, yeşil sivri biberlerin rüzgârda
hışırdaması. uzun saçları ile bir çocuğun
rüzgârın önünde dikilişi, uzaktaki uçurtmaya bakarken. kazım'da bakar mıydı
uçurtmalara? kitaptaki anlatıya göre bir gözü görmüyordu. ışıktan besleniyor her şey. bütün
tadlarda ışıktan. hayatı tadarken, görmeyen bir göz acılık. uçurtma hep
oralarda yükseklerde, bulutlara yakın. önlüklü çocuklar geçiyordur kapının
önünden. onların yakalıkları hep beyaz.
"neydi 'mutluluk' dediğimiz
bizim? kestirmeden söyleyeyim: mutluluk algıdır." böyle diyordu
yazar/şair. kazım'ın nebile'nin gözlükleri ile dünyayı görmesi de diyebilirdi
mutluluk dediğimiz şeye. insanlar birgün birbirlerinin gözlerini ödünç
alabilselerdi neye bakarlardı ilkin? ödünç gözlerle inilen merdivenleri
dünyanın, kaygıyı azaltır mıydı? ben nereye bakardım ilkin o gözlerle? baktığım
uzak yaz'larım değil miydi? var
mıydı anların müziği? aydınlık günlerin içinden çıkagelen bitmekte olanın sesi,
hüzünlü olduğu kadar dingin. huzur diyebiliriz buna. yaşamın hangi diliminde
huzur sözcüğünün karşılığı verecek bir tabloyla karşılaştık? belki okuduğunuz
ya da okuyacağınız bu kitapta, belli belirsiz hüzünlerin içinden parıldayan
çocuk gözleri de var. bedeni yeniden keşfediş yaz güneşi'nde. şiirsel bir
anlatı ile olgunluk evresinde yapılabilecek bir yüzleşme.
bu kitabı okuduktan çok sonra bir
salon dolusu öğrencininde bulunduğu bir akşam yazar/şair'in kendi sesinden şiirlerini dinliyorduk. " bir
dağın uzantısı olmak / sana yetmediği zaman / gör ki sıra dağlar
talanda..." bütün dağlarımın talan edilmişliği ve tanıksızlığım
duruyordu karşımda. en yabanıl olanda kayboluyor ve bulunamıyordum iç
coğrafyamda. belki çok sonra bende eski yazdığım defterlere dönecek ve o tarih
atılmış zamanları yeniden tad alarak yaşayacaktım. acı da tatdı. "günlerden yola çıkarak geçmişi bir kez daha,
sanki hiçbir şey değişmemiş gibi,..." hep isteyebileceğimiz bir dönüş hali. odalar
dolusu kalabalık. avludan gelen seslere ötelerden eşlik eden çekirge sesleri.
hem tenhaya sığındım, hem de tenhaydım.
bir yazarı okurken onunla yaşamak
gibi birşeydi sözünü ettiğim şey. arka sokakta oturan biri gibi tanıdık
gibiydiniz. okula gidişini gördüğünüz. bıyığının terleyişini, ilk aşkının
sızını, çocuğunun göbek kordonunun kesilişine şahitlik ettiğiniz bir
tanıdıklık. madem bunca yakındınız o yaz'lara, eski bir sandıkta taşınırdı
anıları bilirdiniz. eşyanın hayatımızda durduğu yer. çocukluğumda önce sahip
olup, sonra ablamın hışmına uğrayan-onun olan artık- bavulumu elimden alışına
kızarak, başka bir gün bıçakla onu
kenarından kesişim. kesik bavul duruyor odanın bir köşesinde. saklınızın
yakınınızdaki biri ile paylaşamamaktı bu. ya bu koca defterin incelmiş yazlara
doğru gidilen yerde karşınıza çıkması. nasıl bir yaşam bağışı. organ bağışı
hayat kurtarır. her yazar birazda bağışlar size gözlerini ve kalbini. gövdesini yazmaktadır hilmi
yavuz. yaşarken ölümü görmek başka gözlerde. tenin çoğaldığını, başka
hazlarla yeniden keşfetmek yaşam cennetinde. iki yıl aynı yerden bakmak eskiye.
yeniden kurmak sözcüklerle yaşananı, arınmak belki de iç fırtınalarından."benim
tanıdığım kadınların dudaklarında hep fırtınaların tadı vardı. sevişmek o
kadınlarla, fırtınalarla sevişmekti."
"insanların sesleri bile
değişir yazın bitiminde." daha önce hiç dikkat etmediğiniz bu durum, başka mevsimlerde de
gösterir kendini. yenilenen ve değişen doğa, insan bedenine dinçleştirir ya da
yorgunluk hissi ile dolmasını neden olur. kış'ın bitimine yaklaşırken görünen
azıcık güneş sokaklarda insanların artmasını sağlar. daha ince kıyafetler
giyerek soyunuruz kabalığımızdan. söylenecek sözleri çoğalttığımız koca bir kış
dönüp durduğumuz içimiz biraz rahatlar. nar'a dururuz. dağlarda açan manuşak
çiçeklerinin kokusu gelir yerleşir kalan boşluğa. o eski sayfalardan sızan bir
kokudur. kokular
kalır, biz gideriz. yaz, bir dağın uzantısı gibi
heybetli. her yaz'ın bir sevi masalına dönüştüren bellekteki sesler ve kokular.
"karşımdaysa, içine bir
parça gökyüzünün gömülü olduğu ağaç duruyor." başka bir görüntü hayal
etmeye çalıştımsa da başaramadım. o küçük şehri her içimden geçirdiğimde benzer şeyler düşünüyordum hep. bir
dağ duruyordu orada, karşımda. sarı güller yeni açmışlar
bahçede. dut ağacı yapraklanmış, çağla ağacı küçük bir ağızı hatırlatıyor,
örtüyor pencereyi. gelecek yıl aynı şehirde olamayacağımı biliyordum. daha
sonraki yıllarda nasıl değişecekti bu bahçe. akşam karanlığı çökerken evlerin
çatılarından sızan güneş parçacıkları..."bu görüntüyü bulabilecek
miyim, gelecek yıl?"sorusu işgal ederken insanın içini, sözcüklerden
kuşku duysakta, bazı yanıtları öğrenmek için yaşamak gerekiyor. yazar/şair bir
sonraki yıl kazım ve nebile'nin mısır tarlasında yapılan beton havuzu
gördüğünde nasıl durup baktıysa kendi içindeki manzaranın değişimine, bende
baktım aynı dağın uzantısına. başka biri evime taşınmıştı. bahçemde akşamları
çardakta oturup sohbet ediyorlardı. hani bazı zamanlarda sessiz kalmak
istersiniz-o bahçe sessizdi.-benim sessizliğimdi. o akşam nezaket gereği çay için
davet ettiler. daha önceden tanıdığım insanlardı. bir kaç saatimi onlarla
geçirdim. evinizi satmak zorunda kalmışsınızdır-türk filmi gibi düşünün.- evin
yeni sahibi, orada yaşadığınız günlere hürmet gösterir ve bir süre daha orada
bir sığınmacı gibi kalmanıza izin verir. günlerden cumartesidir. haftanın en
uzun günüdür cumartesi. orada kaldığım o iki saat çok kötü hissettim.
merdivenlerimin trabzanlarına dokunan eller soğuktu. her şey silikleşmiş
görüntü sanki azalmıştı. tam da kazım ve nebile'nin bahçesinden görünen o dağın
bir parçasının bir teselliye dönüşmesi gibi. dünyada her şey değişiyor ve
azalıyordu. sarı güller yine salkım salkım açmıştı bahçenin bir köşesinde. yine
teselliydi, gökyüzünün içine yerleştiği ağaçta görünüyordu bir sonraki yıl, kazım
ve nebile'nin bahçesinde.
hilmi yavuz "zaman'la uğraşıyorum. yanlış
anlaşılmasın, geçmiş zaman'ın ardına düşmüş değilim ben;..." diye
belirtir içinde olduğu bir ân'ı anımsamak isteğini. hani sizde zorlarsınız
belleğinizi ve anımsamak istersiniz bir yüzü. bir kadın, bir çocuk ya da eski
sokağınızda yaşamış ihtiyar bir adam vaktinde göçmüş. öyle bir ân'ı hatırlamak
zorlaşır zamanla. sesler kendini koruyabilese de görüntüler yalnızca
fotoğraflardaki gibi anımsanabiliyor. geçmiş yaz defterleri' nde en etkilendiğim
bölümlerden biri de yıllar sonra anne'ye
yazılmış bir mektup. "sesini içimden hiç esirgeme, olur
mu?" yalnızca ara ara hatırlanacak olan olarak kalmak, bunu düşündüm
uzun uzun.
şehrin en işlek yerinde dolaşırken
karşınıza çıkan biri kendi kendi ile konuşur, güler. sizde tuhaf karşılarsınız
bu durumu -bende öyle karşılıyorum.- ya insanın sürekli kendi içine konuşmasına
ne demeli? insan yaşlanırken 'iki başına yürümek' diye bir şeyi keşfediyormuş.
kendi ile öteki kendinin söyleşmesi. geçmiş yaz defterleri, yazdan başlıyor
temize çekmeye sizi. sonra yazın bittiği yerler ve elbette kış günleri. kitabı
bitirip arkanıza yaslandığınızda eylül'de kalmış olsa da satırlar, siz başka
güzleri dolaşırken bulursunuz kendinizi. güz'ün güllerin solmaya başladığı zamanlar.
ah, cumartesilerinin başlayan başkalığı.
Serkan Türk-2004