12 Nisan 2018 Perşembe

SERKAN TÜRK İLE SÖYLEŞİ A.BARIŞ AĞIR



1- Sevgili Serkan, son şiir kitabın Uzun Ruhlu Bir Cüce özelinde edebiyat maceranı konuşmak istiyorum. Bütün eserlerine topluca baktığımda senin kariyerini “ölümü her daim zihninde tutan kentli bireyin trajik yazgısını anlatan, parçalara ayrılmış benliğini doğada bütünleştirmeye ve sağaltmaya çalışan, hayalgücünün genişliğini şiirsel bir yoğunluk ve gerçeklikle birleştirebilen bir edebiyat” şeklinde özetleyebilirim sanırım.  Ölümden başlamak istiyorum. Bütün eserlerinde belirgin bir ölüm imgesi var. Öte yandan İsmet Özel’in “ölüyoruz demek ki yaşanılacak” dizesi de beliriyor zihnimde senin şiirlerini, öykülerini okurken. Eserlerindeki ölüm-yaşam birlikteliği veya karşıtlığı hakkında neler söylersin?


İlk kitabım Uzak Yaz’ın birinci öyküsü bütün yazacaklarımın belirleyicisi gibi oldu. İkiyüzlü Arzuhalci’de ani bir kaybın bıraktığı boşluğu tanımlamaya ve doldurmaya çalışıyordu anlatıcı. Yaşam serüvenimizde defalarca kayıplarla tanışan ruhumuz her defasında başka bir şeyle tanışmış gibi yabancı bütün olanlara. Oysa başlangıçlar ne güzel hisler doldurur insanın içine. Öykülerimde ve şiirlerimde karamsarlık, ölüm, içsel sıkıntılar olduğu kadar günün doğuşunu müjdeleyen öğeler de mevcut. Her yağmur sonrası gökkuşağı görülmez belki ama umudunu taşır insan.


2- Yukarıda da bahsettiğim gibi, senin karakterlerin kentli insanlar, ama derin trajediler içindeler ve benliklerini bütünleştirmek, iyileşmek için doğaya dönüyorlar. Bu anlamda doğa imgesi sağaltıcı özellikleriyle öne çıkıyor sende.

Benim karakterlerimin ortak özellikleri arasında kırsaldan kente gelen ve o sahici yakınlıkları yaşadıkları yerde bulamayan insanların olması. Yaşamsal döngüyü ancak doğadaki değişimle bütünleştirebildikleri için daha çok çareyi orada arıyorlar. Bir saksı, pencereye uzanan bir dal, uçsuz bucaksız bir tabiat insana iyi hissettirmez mi zaten? Bitkilerin, ağaçların adlarını bilmeyen bir kuşağın bana kalsa sevgiyi özümseyip yaşaması da beklenemez.



3- İlk öykü kitabın Uzak Yaz’da yoğun ve katmanlı öyküler vardı. Bir yandan da şiir diliyle çok yakın bağ kuruyordu bu kitabın. Bu nedenle en sevdiğim kitabındır hala. Sonraki öykü kitaplarında klasik olay örgüsüne dayalı öykülerle daha sık karşılaştık. Şiirsel olandan gerçekçi olana doğru giden bir serüvenin var.

Uzak Yaz biliyorsun benim yirmili yaşlarımın başında yazdığım öykülerden oluşturduğum bir kitaptı. Çoğu da çocukluğumun kuyusundan çekip çıkardığım, dillendirmekten çekinmediğim bir serüvenin parçalarıydı. Yaş aldıkça ve yaşamla dertlendikçe öykü kahramanlarım da büyüyüp kök saldıkları toprakla ağlar oldu. Daha trajik meselelere yordum kalemimi. Şiirse başlı başına varlığını gösterdi hayatımda.

4- Anlatım biçimi olarak iç konuşmalar ve bilinç akışı eserlerine hakim olarak görünüyor. Bunu yazarın tercihinden ziyade karakterlerinin ona dayattığı bir zorunlulukmuş gibi algılıyorum. İletişim kurmakta zorlanan, kapalı karakterler seni böyle bir üsluba zorunlu kılıyor sanki. Bellek ve nostalji bütün açıklığıyla siniyor bu anlatıma.

Çocukluğumu ilk geçirdiğim evde radyo evin başköşesinde kurulu ve düzeni kontrol eden bir aygıttı. Radyodaki ses sürekli anlatır ve bizi içsel bir yolculuğa çıkarırdı. Müziğin, sözün ağırlığında büyüdüm ve büyüttüm sesimi. Gel zaman git zaman o aygıttan sesini binlerce insana ulaştıran birine dönüştüm. Edebiyatı hayatımın merkezine aldığımda da o izi sürdürmeyi tercih ettim. Belleğimde birçok anı kırıntısı, duyduğum, gördüğüm, okuduğum. Sanırım zamanla seçtiğim karakterleri kendime benzettim ya da giderek onlara dönüştüm. Okuyucunun anlatılanı kurgu mu gerçek mi ayırdına tam olarak varamamasına neden oldu bu da.

5- Son şiir kitabına dönelim. Kitabı okuduktan sonra dikkatimi çeken ilk şey “kavuşmak” teması oldu. Kim neye kavuşmaya çalışıyor şiirlerinde?

Bir öykümde şöyle diyordum:  Kimse yetişemez, zamanın geçtiği yerlere. Galiba en çok zamanın geçtiği yerlere kavuşma çabası bu. Yaşlılık kavramı da çok sık üzerine düşündüğüm bir mesele benim için.

6- Farklı coğrafyalara da uğruyorsun bu son şiirlerinde ve o coğrafyaların trajedilerine ince ince değiniyorsun. Yüksek perdeden seslenmeyen, ama apaçık bir hüznü barındıran bir ses tonuyla. Yeryüzü bu anlamda bir mutluluk mekanı değil senin için. Daha ilk şiirinde yeryüzünü bir “gayya kuyusu” olarak betimliyorsun.

Bilakis mutluluğa dönüştürülen bir yer. Karamsarlığın, karamsarlığın üstündeki örtüyü kaldırmak gerektiğine vurgu yapıyorum. Yaşamı seven, anlamaya çalışan, duyumsadığı ölçüde içindeki çıkmazlardan kurtulabileceğine işaret ediyorum insanın. Dünya binlerce yıldır aynı döngü içinde yaşamını tamamlamaya çalışıyor. Yalnız acının sonu yol gibi duruyor kalana baktığımızda. Orada söyleyebileceğimi Yaşam şiirinde ifade ediyorum.
sakallarımın altına sakladım gençliğimi
hangi gökyüzü bakıyor geçmiş diye yüzüme
insanın bulup yitirdiği kendisi
yaşam dediğimiz biraz incinmişliktir belki

7- Bellek meselesine yeniden dönelim. Çağrışımlarla ilerleyen, hafızadan kopup gelen anları nesnelerle birleştiren bir özellik göze çarpıyor eserlerinde. Aynı şey bu şiir kitabında da var. T.S.Eliot’un Nesnel Bağlılaşım adını verdiği duruma yakın duruyorsun. Olaylar, duygular ve nesneler arasında nasıl bir bağ kuruyorsun sence?

Uzun Ruhlu Bir Cüce ile başlayan bugünlerde daha çok üzerinde durduğum geçmişin şiiri. Hafızanın, kokunun, bol çağrışımın zaman zaman belki öykü sınırlarına girecek ölçüde öne çıktığı bir şiiri arıyorum.
Karin, yeniden kan gölüne dönüşecek dünya
ne senin yürüyüp gittiğin dağ başları, deniz kıyıları
ne benim uğrunda çalışıp edindiğim yaşam
gözlerimizi kör eden bu ışık yok mu nice zamandır
kül olan kentler bırakacak ardında


8- Kitabında dikkatimi çeken bir şey daha oldu. Yaşlanmak kaygısını hisseden bir şair var sanki artık. Ne dersin?

Son on yıldır kişisel dünyamda da çok sayıda kayıp yaşadım. Kanınızdan canınızdan insanların ölümleriyle ister istemez başka bir boyuta giriyorsunuz. Çocukluğunuz geride kalıyor her ölümle. Yüzler hafızada solmaya başlıyor. Anılarsa giderek uzak. Bu da ilk gençliğin geride kaldığı gerçeğiyle sizi yüzleştiriyor. Bana olan da bu.
nasıl hızla yaşlanıyorsun bedenim
eğilip kalktığımda geçiyor bir mevsim
başımda azad edilmiş kuşlar, uzayıp giden sema
insanın benzediği ağaçtır, kuruyan dallar geçmiş gün
sürün gövdem sürün, aşk bir geçiştir alemlerden alemlere
saçlara düşense ödünç bir beyaz leke

  
9- Son olarak şunu sorayım: Çok yönlü bir edebiyatçısın. Farklı türlerde farklı eserler verdin. Peki ya roman? Senden bir roman beklentim var her zaman, biliyorsun.

Neden olmasın, diyorum. Uzun uzun anlatma ihtiyacım olan bir konu olursa mutlaka yazarım. Şu an yaşadığım tempo roman yazmak için pek uygun değil. Zihni çabuk dağılan biriyim. Yazdıklarım bütünlüklü olarak kısa zamanlarda iskeleti ortaya çıkan metinler. İnsanın içindeki sis dağılırsa uzağı da görebilir. Sözüm olsun diyerek bitireyim konuşmamı.

 Şarki Edebiyat Dergisi 4. sayıda yer almıştır.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...