1- Sevgili Serkan, son
şiir kitabın Uzun Ruhlu Bir Cüce özelinde
edebiyat maceranı konuşmak istiyorum. Bütün eserlerine topluca baktığımda senin
kariyerini “ölümü her daim zihninde tutan kentli bireyin trajik yazgısını
anlatan, parçalara ayrılmış benliğini doğada bütünleştirmeye ve sağaltmaya çalışan,
hayalgücünün genişliğini şiirsel bir yoğunluk ve gerçeklikle birleştirebilen
bir edebiyat” şeklinde özetleyebilirim sanırım. Ölümden başlamak istiyorum. Bütün eserlerinde
belirgin bir ölüm imgesi var. Öte yandan İsmet Özel’in “ölüyoruz demek ki
yaşanılacak” dizesi de beliriyor zihnimde senin şiirlerini, öykülerini okurken.
Eserlerindeki ölüm-yaşam birlikteliği veya karşıtlığı hakkında neler söylersin?
İlk kitabım Uzak Yaz’ın
birinci öyküsü bütün yazacaklarımın belirleyicisi gibi oldu. İkiyüzlü
Arzuhalci’de ani bir kaybın bıraktığı boşluğu tanımlamaya ve doldurmaya
çalışıyordu anlatıcı. Yaşam serüvenimizde defalarca kayıplarla tanışan ruhumuz
her defasında başka bir şeyle tanışmış gibi yabancı bütün olanlara. Oysa
başlangıçlar ne güzel hisler doldurur insanın içine. Öykülerimde ve şiirlerimde
karamsarlık, ölüm, içsel sıkıntılar olduğu kadar günün doğuşunu müjdeleyen
öğeler de mevcut. Her yağmur sonrası gökkuşağı görülmez belki ama umudunu taşır
insan.
2- Yukarıda da
bahsettiğim gibi, senin karakterlerin kentli insanlar, ama derin trajediler
içindeler ve benliklerini bütünleştirmek, iyileşmek için doğaya dönüyorlar. Bu
anlamda doğa imgesi sağaltıcı özellikleriyle öne çıkıyor sende.
Benim karakterlerimin
ortak özellikleri arasında kırsaldan kente gelen ve o sahici yakınlıkları
yaşadıkları yerde bulamayan insanların olması. Yaşamsal döngüyü ancak doğadaki
değişimle bütünleştirebildikleri için daha çok çareyi orada arıyorlar. Bir
saksı, pencereye uzanan bir dal, uçsuz bucaksız bir tabiat insana iyi
hissettirmez mi zaten? Bitkilerin, ağaçların adlarını bilmeyen bir kuşağın bana
kalsa sevgiyi özümseyip yaşaması da beklenemez.
3-
İlk öykü kitabın Uzak Yaz’da yoğun ve katmanlı öyküler vardı. Bir yandan da
şiir diliyle çok yakın bağ kuruyordu bu kitabın. Bu nedenle en sevdiğim
kitabındır hala. Sonraki öykü kitaplarında klasik olay örgüsüne dayalı
öykülerle daha sık karşılaştık. Şiirsel olandan gerçekçi olana doğru giden bir
serüvenin var.
Uzak Yaz biliyorsun
benim yirmili yaşlarımın başında yazdığım öykülerden oluşturduğum bir kitaptı.
Çoğu da çocukluğumun kuyusundan çekip çıkardığım, dillendirmekten çekinmediğim
bir serüvenin parçalarıydı. Yaş aldıkça ve yaşamla dertlendikçe öykü
kahramanlarım da büyüyüp kök saldıkları toprakla ağlar oldu. Daha trajik
meselelere yordum kalemimi. Şiirse başlı başına varlığını gösterdi hayatımda.
4- Anlatım biçimi
olarak iç konuşmalar ve bilinç akışı eserlerine hakim olarak görünüyor. Bunu
yazarın tercihinden ziyade karakterlerinin ona dayattığı bir zorunlulukmuş gibi
algılıyorum. İletişim kurmakta zorlanan, kapalı karakterler seni böyle bir
üsluba zorunlu kılıyor sanki. Bellek ve nostalji bütün açıklığıyla siniyor bu
anlatıma.
Çocukluğumu ilk
geçirdiğim evde radyo evin başköşesinde kurulu ve düzeni kontrol eden bir
aygıttı. Radyodaki ses sürekli anlatır ve bizi içsel bir yolculuğa çıkarırdı. Müziğin,
sözün ağırlığında büyüdüm ve büyüttüm sesimi. Gel zaman git zaman o aygıttan
sesini binlerce insana ulaştıran birine dönüştüm. Edebiyatı hayatımın merkezine
aldığımda da o izi sürdürmeyi tercih ettim. Belleğimde birçok anı kırıntısı,
duyduğum, gördüğüm, okuduğum. Sanırım zamanla seçtiğim karakterleri kendime
benzettim ya da giderek onlara dönüştüm. Okuyucunun anlatılanı kurgu mu gerçek
mi ayırdına tam olarak varamamasına neden oldu bu da.
5- Son şiir kitabına
dönelim. Kitabı okuduktan sonra dikkatimi çeken ilk şey “kavuşmak” teması oldu.
Kim neye kavuşmaya çalışıyor şiirlerinde?
Bir öykümde şöyle
diyordum: Kimse yetişemez, zamanın
geçtiği yerlere. Galiba en çok zamanın geçtiği yerlere kavuşma çabası bu.
Yaşlılık kavramı da çok sık üzerine düşündüğüm bir mesele benim için.
6- Farklı coğrafyalara
da uğruyorsun bu son şiirlerinde ve o coğrafyaların trajedilerine ince ince
değiniyorsun. Yüksek perdeden seslenmeyen, ama apaçık bir hüznü barındıran bir
ses tonuyla. Yeryüzü bu anlamda bir mutluluk mekanı değil senin için. Daha ilk
şiirinde yeryüzünü bir “gayya kuyusu” olarak betimliyorsun.
Bilakis mutluluğa
dönüştürülen bir yer. Karamsarlığın, karamsarlığın üstündeki örtüyü kaldırmak
gerektiğine vurgu yapıyorum. Yaşamı seven, anlamaya çalışan, duyumsadığı ölçüde
içindeki çıkmazlardan kurtulabileceğine işaret ediyorum insanın. Dünya binlerce
yıldır aynı döngü içinde yaşamını tamamlamaya çalışıyor. Yalnız acının sonu yol
gibi duruyor kalana baktığımızda. Orada söyleyebileceğimi Yaşam şiirinde ifade
ediyorum.
sakallarımın altına sakladım
gençliğimi
hangi gökyüzü bakıyor geçmiş diye
yüzüme
insanın bulup yitirdiği kendisi
yaşam dediğimiz biraz
incinmişliktir belki
7- Bellek meselesine
yeniden dönelim. Çağrışımlarla ilerleyen, hafızadan kopup gelen anları
nesnelerle birleştiren bir özellik göze çarpıyor eserlerinde. Aynı şey bu şiir
kitabında da var. T.S.Eliot’un Nesnel Bağlılaşım adını verdiği duruma yakın
duruyorsun. Olaylar, duygular ve nesneler arasında nasıl bir bağ kuruyorsun
sence?
Uzun Ruhlu Bir Cüce ile
başlayan bugünlerde daha çok üzerinde durduğum geçmişin şiiri. Hafızanın,
kokunun, bol çağrışımın zaman zaman belki öykü sınırlarına girecek ölçüde öne
çıktığı bir şiiri arıyorum.
Karin, yeniden kan
gölüne dönüşecek dünya
ne senin yürüyüp
gittiğin dağ başları, deniz kıyıları
ne benim uğrunda
çalışıp edindiğim yaşam
gözlerimizi kör eden
bu ışık yok mu nice zamandır
kül olan kentler
bırakacak ardında
8- Kitabında dikkatimi
çeken bir şey daha oldu. Yaşlanmak kaygısını hisseden bir şair var sanki artık.
Ne dersin?
Son on yıldır kişisel
dünyamda da çok sayıda kayıp yaşadım. Kanınızdan canınızdan insanların
ölümleriyle ister istemez başka bir boyuta giriyorsunuz. Çocukluğunuz geride
kalıyor her ölümle. Yüzler hafızada solmaya başlıyor. Anılarsa giderek uzak. Bu
da ilk gençliğin geride kaldığı gerçeğiyle sizi yüzleştiriyor. Bana olan da bu.
nasıl hızla yaşlanıyorsun bedenim
eğilip kalktığımda geçiyor bir mevsim
başımda azad edilmiş kuşlar, uzayıp
giden sema
insanın benzediği ağaçtır, kuruyan
dallar geçmiş gün
sürün gövdem sürün, aşk bir geçiştir
alemlerden alemlere
saçlara düşense ödünç bir beyaz leke
9- Son olarak şunu
sorayım: Çok yönlü bir edebiyatçısın. Farklı türlerde farklı eserler verdin.
Peki ya roman? Senden bir roman beklentim var her zaman, biliyorsun.
Neden olmasın, diyorum.
Uzun uzun anlatma ihtiyacım olan bir konu olursa mutlaka yazarım. Şu an
yaşadığım tempo roman yazmak için pek uygun değil. Zihni çabuk dağılan biriyim.
Yazdıklarım bütünlüklü olarak kısa zamanlarda iskeleti ortaya çıkan metinler.
İnsanın içindeki sis dağılırsa uzağı da görebilir. Sözüm olsun diyerek
bitireyim konuşmamı.