“Tutku” diye bağırdı kadın. Sesin geldiği yeri bulmaya çalışırken başımı sağa sola çevirdim. Kaç gündür boynumda yer etmiş ağrı dinmemişti ve yine içeriden bir yerden etimi kesiyorlarmış gibi hissetmeme neden oldu. Solumda kurumaya başlamış ağaçlar vardı. Kurumuş yapraklara basan birkaç ihtiyar banklara kurulmuş aralarında laflıyordu. Otopark ağzına kadar doluydu. Gençten bir çocuk aracın arka tarafını boş bulduğu bir köşeye sokmaya çalışıyordu. Sakalını haftalardır kesmeyen görevlinin çocuğa çıkışan sesini duydum o sırada. “Tutku” diye bağıran kadını görmek için başımı diğer yöne çevirdim. O tarafta süpermarketin giriş kapısı iki de bir açılıp kapanıyordu. Kasiyer kızlar önlerindeki salça kutularını, peçeteleri, yağları, sigaraları barkottan geçirip bir yandan poşetlere dolduruyordu. Bir filmde duymuştum kasiyerler en önde durdukları için kimsenin dikkatini çekmez diyordu. Bu sözü doğrulamak ister gibi yüzlerine bakıyorum kızların. Biri dışında diğerleri pek dikkat çekmiyordu. Solmuş bir kırmızıyı andırıyordu üzerlerine giyindikleri tişörtleri. Ayın elemanı bunlardan hangisidir diye sordum kendime. Sanki yanıtı bilecekmiş gibi. Panoda bir ay boyunca hangisinin çirkin fotoğrafı duracak. Boyunlarını nedense hep fazla kaldırmış olurlar fotoğraf çekiminde. Sözün doğru olduğuna karar veriyorum. Marketten küçük bir çocuk çıkıyor. Elindeki büyükçe bir poşeti peşi sıra sürüklüyordu. “Tutku” diye bağıran kadın neredeydi. Tekrar seslenmeye gerek duymamıştı. Belki de tutku onu duymuş ve yanına gitmişti.
Benim tanıdığım Tutku’yu düşündüm. En sondan başlarım bir insanı anlatmaya. Bilmediğim bir şehir, bilmediğim bir terminaldeyim. Numaraları çeviriyorum. Tutku o şehirde oturuyor. Param bitmiş. Bankamatik kartımı çalıştıramamışım ya da o bankamatikten para çekilmiyor. Son numarayı da çevirip bekliyorum. Birkaç kez çalıyor telefon. O sırada neler söyleyeceğimi düşünüyorum. Tutku’nun sesini beklerken telefonda daha yaşlıca bir ses duyuluyor. Tutku’yu istiyorum telefona. Biraz bekleyin diyor karşıdan açan. Biraz bekliyorum. Önümden sürekli valizli insanlar geçiyor. Dışarıdan davul zurna sesi geliyor kulağıma. Asker uğurlayan insanlar. Tutku’nun bildiğim sesi duyuluyor. Şaşırıyor onu aramış olmama. Epeydir karşılaşmamışız. Bankamatikten, para çekemediğimden, bahsediyorum. Bana yardımcı olmasını istiyorum. Aslında bulunduğum yere yakınmış lakin gelmesi mümkün değilmiş. Dışarıdaki taksilerden bahsediyor. Bilmem hangi semtte şubesi varmış bankanın. Sonra iyi günler diliyor ve kapıyor telefonu. Soğuk sesini, kurduğu birkaç cümleyi tekrarlıyorum içimden.
Bir kitapçıdayız. Ünlü bir yazarın son çıkan romanı üzerine konuşuyoruz. Kitapta birkaç sayfada görülüp kaybolan kişilerden hangisinin dikkatini çektiğini soruyorum arkadaşıma. Ben yalnızca başrollerle ilgileniyorum diyor arkadaşım. “Hem kule görevlisi adamın sokakta görüp selamlaştığı adamdan bana ne” diye ekliyor. O sırada Tutku oturduğu masadan söze karışıyor. “Gözlem notlarını çekmecede bulup hiç merak etmeden görevliye teslim eden adamı merak ettim” diyor gözlüğünün üstünden bakarak. Daha önce konuşmuşluğumuz yok onunla. Karşılaştığımızı da hatırlamıyorum. Saçları omuzlarını örtüyor.
İnsan şöyle karıştırmaz mı defteri?
“203. gün. Ev boş. Saatlerdir bakıyorum. Bir gölge gördüm sandım önce. Duvarı boydan boya geçti aynı gölge. Sonra açık duran kapı kapandı. Aynı pozisyonda durmuş olduğumdan az kalsın uyuyacaktım. Bir anda kapının kapalı olduğunu fark edince ayağa kalkıp pencere önündeki dürbüne uzandım. Oraya daha önce gitmemiş olsam da kaç gündür baktığım pencerenin arkasındaki eşyaları tanıyordum. Büyükbabamın evindekine benzer o geniş koltuk. Yemek masasının üzerindeki biblolar, bir torunun çocukluk fotoğrafı. Sonra iki fincan ve önündeki dolu küllüğü görmüştüm. Sanki az önce kahve içilmiş ve tersine çevrilmiş fincanlar. ”
Gün gün yazılmış notlar. Ezberlemiş gibi sıralıyor bazı cümleleri. Kitabı bildiğimden benzer cümleler olduklarını hatırlıyorum.
“Nasıl meraksız bir adammış. Bunları okumadan teslim ediyor defteri. Yine de çekmeceden defteri çıkarıp aldıktan sonra görevliye gidene kadar bir şeyler okumuştur diye merakla kitabın sonuna kadar okudumdu” diye sürdürdü konuşmasını. “Yazar teslimatçı gibi kullandı adamcağızı. İçinden merak duygusu alınmış birini pek görmedim etrafımda” dedi. Sonra bizim masaya gelip kuruldu. Anlattı da anlattı. Sohbetimiz koyulaştı sonraki günlerde. Üç silahşor diye takılmaya başladı arkadaşlarımız bize. Tutku’nun anlattıklarıyla tanıdık onu. Sevdik. Bizden biri olmasını kabullendik zaman içinde. O ilk karşılaşmadaki sesindeki heyecandan eser yoktu son konuşmamızda.
Uzun yıllardır düşünmemiştim, hatta aklıma bile gelmemişti varlığı. “Tutku” diye bağırınca kadın, hep varmış ve onu görecekmişim gibi istem dışı onu aradı gözlerim. Ağaçların altındaki ihtiyarlara doğru yürüdüm. Sararmış yaprakların çıtırtıları arasında yürümek iyi gelmişti bana. Güzün son günleriydi. Az önce duyduğum sesi bir kez daha duydum. İhtiyarlardan biri ayakucuna uzanmış köpeğini seviyordu.
Serkan Türk
ADA DERGİSİ 13.SAYIDA YER ALMIŞTIR.
25 Nisan 2011 Pazartesi
21 Nisan 2011 Perşembe
Derinden
ben kendimi dike dike,
söke söke derimden
bazı kazak, bazı çorap
ördüm içimde
sen birikmiş bulutları saydın
kimi yağmur, alçak bulut
göğünden dökülürken akşam
sonrasını unutup yaşamadın
tarihi yitirmiş bir gövde
unutulmuş savaşlar geçerken
bilmez mi uzanmış ölü atları
yakılmış evleri olur ülkelerin
acısız çiçek açmaz dağlarda
kurumuş otlar eskiyen güneşten
tanır insan kaybolan gençliğini
balkon iplerine asmış çamaşırlarını
ölü çocukları doğuran anneler
kimi rüzgâr fitilini yakar ağrıların
pimi çekilmiş bir bomba
patlayacak şimdi söküklerimden
dağılan yalnızca anılar mı olacak
günleri tüketen bilinmezlik suyu
kana kana içtiğimiz derinden
ben kendimi dike dike,
söke söke derimden
bazı kazak, bazı çorap
ördüm içimde
Serkan Türk
(ELİZ DERGİSİ NİSAN 2011 SAYISINDA YER ALMIŞTIR.)
söke söke derimden
bazı kazak, bazı çorap
ördüm içimde
sen birikmiş bulutları saydın
kimi yağmur, alçak bulut
göğünden dökülürken akşam
sonrasını unutup yaşamadın
tarihi yitirmiş bir gövde
unutulmuş savaşlar geçerken
bilmez mi uzanmış ölü atları
yakılmış evleri olur ülkelerin
acısız çiçek açmaz dağlarda
kurumuş otlar eskiyen güneşten
tanır insan kaybolan gençliğini
balkon iplerine asmış çamaşırlarını
ölü çocukları doğuran anneler
kimi rüzgâr fitilini yakar ağrıların
pimi çekilmiş bir bomba
patlayacak şimdi söküklerimden
dağılan yalnızca anılar mı olacak
günleri tüketen bilinmezlik suyu
kana kana içtiğimiz derinden
ben kendimi dike dike,
söke söke derimden
bazı kazak, bazı çorap
ördüm içimde
Serkan Türk
(ELİZ DERGİSİ NİSAN 2011 SAYISINDA YER ALMIŞTIR.)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG
Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...
-
harun bildiğin tüm yeminleri yaz derler söyle derler güz geride kaldı şimdi kış odun gerek kürek gerek kol kanat bildiğin şeyler, i...
-
Öğretmenlik sıfatımı takındığımda en çok korktuğum şeylerden biri de edebiyattaki istisnalardır. Öyle ki bir anda öğrencinin gözünde yeter...