4 Şubat 2016 Perşembe

TANRI’NIN YALNIZ KIRLARI ÜZERİNE BİR YAZI

Serkan Türk, Karadenizli. Karadeniz’i düşündüğümde rüzgârların orada denizin en sıkı arkadaşı olduğu aklıma geliyor. Böyle bir cümleyi kurdurtan şey yazarın hemen her öyküsünde bu sözcüğün geçiyor olması. Besbelli ki rüzgârı çok seviyor. Belki bu nedenden, belki de onu anlamak için bir başka yazarın cümlelerine bakarak rüzgârlara kulak verdim, sahneyi silip süpürmesini bekledim, diyedir. Hemen her öyküde geçen rüzgâr sözcüğü kitapta böyle bir etkiye sahip desek yanlış olmayacak.




Şairler derin sularda yüzen mahir dalgıçlardır. Sevgili Serkan’ın ayrıca şiirle de ilgilenmesi nedeniyle modern insanın yaşadığı bu hız çağında, incelikli olduğu ve ince duygularla öykülerini yazdığı hemen fark ediliyor. 

İncelikler, yazarın ilgi alanı ve öyküler bu incelikler yüzünden kaleme alınmış. Çocukluktan ilk gençlik yıllarına kadarki geçen zamanların kendinde bıraktıkları izler mi yoksa kurmaca mı demeyi kendi de geçiştiriyor kitaptaki bir öyküsünde. Biz de öyle yapalım.

Hayat, her koşulda bizden alacaklı. Bizden aldıkları ile beraber bize sundukları da var. Ama yine de dönüp gideceğimiz yer kendimiziz. Yazar da öyle yapmış. Serkan Türk, içinde kendisinin yüzdüğü iç denizi ve o denizde gördüklerini bize göstermek istemiş, hatta bizim de o iç denizde bir nevi yüzmemizi dilemiş olmalı ki modern zamanların insanları olan bizlerin ne kadar inceliklerden uzaklaştığımızı, -kesilen bir ağacın hassasiyetini anlattığı öyküde mesela- vakitsizlik girdabında dolanan bugünün insanına biraz durup ne oluyor demeye sevk ediyor. Gündelik hayatımızda her şeye seyirci olduğumuz düşünülüp bu hayatta ne kadar etkin olduğumuzu da akıl ediverdiğimizde onun bu duruma öfke duyduğu ve bunu dile getirdiği görülüyor.Öykülerin bazılarında anılar evinin yolunun çocukluğa çıktığı fark ediliyor. Ve biz insanlar o yolu hatırlamak ve bulmak istediğimizde bulabiliriz ancak. Bu öyküleri okumak belki de unutulmuş bu eve ziyaret olacak.Çirkin ayaklarını saklayan bir tavus kuşu yok bu öykülerde. Her şeye sahip olmaya çabalayan modern insan da. “Hayatın sağırlaşmış kulağının zarını patlat”mak isteyen yazar, insanların derinlerinde sakladıkları basit ama bir o kadar da insani duygularını başarılı şekilde sözcüklere dökmüş. Tabi bu duygular hala birilerinin umurunda olursa… Ona yazar mı demeli, şair mi? Rüzgârı ve onun uçurduğu anıları çok seviyor. Anılar onda bir düğüm çözülmek üzere atılan. O, bu düğümleri çözmek üzere de mahir bir el. Gençlik dediğimiz ve her şeyin hemen bizden uzaklaşıverdiği çağımızda bir maceradan başka bir maceraya atılıverdiğimiz kesin. “İçinden geçmediğimiz kalp”ler ve kendi kalbimizin içinden geçenler, saçlarımızın arasından kayıp giden rüzgârlar gibi esip geçerken geride kalan izler birer anı olarak bellekte yaşamaya devam ediyor. Rüzgârların içini dolduran başaklar bizim yüzümüzü yalarken içimizi de boşaltıveriyor mu ne?

Hayatın içindekilerle ilk kez karşılaşan insanın bu karşılaştığı şeylere yönelik coşkuya ve coşkunluğu da rastlıyoruz yer yer. Kitaba ad olan Tanrı’nın Yalnız Kırları isimli öyküde bir kadının hassasiyetine bürünerek onun inceliğini sahiplenen yazar, bir kadın duyarlılığıyla anlatmaya başladığında yazarın ilerde daha derinlikli metinler yazacağının ipucunu veriyor sanki. Kadının karşısındaki o neşeli çocuğa (erkeğe) ne kadar büyürse büyüsün hep minicik kalmış bir kız çocuğunun hislerini anlattırdığında incelikler yüzünden şarkısı dilime düşüverdi. Tıpkı şarkıdaki gibi bir minicik kız çocuğu, bak duruyor hala orada, anlatamam gördüklerimi, o neşeli çocuğa dizeleri Tanrı’nın Yalnız Kırları’nda arka fonda çalıyor.

Uyuyan anılar uyandırılıp yazar tarafından kendi hassasiyetleri de ilave edilerek her bir öyküde anlatılmaya çalışılmış bu kitapta bir başka şairin anılar da su ister dediği gibi, Serkan Türk bunları yazarak diriltmeye çalışmış. İyi de etmiş.

TÜLAY KALE


twitter, instagram @serkanturk61

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...