“Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim”, Serkan Türk’ün Yitik Ülke etiketiyle raflarda yerini alan son öykü kitabının adı.
Hız çağının birey üzerindeki etkileri göz önüne alındığında yalnızlaşma olgusunun öncü sarsıntılarıyla yüz yüze gelen insan, kendi içinden başlayarak sosyal yaşamın bütün alanlarına kadar uzanan bir yabancılaşmanın döngüsüne giriyor. Sistemin dayattığı değerler (ki değersizlikler demek daha doğru) ile bireyin öz değerleri çarpışınca, insanı bütünleyen temel yapılar içten içe çürümeye ve dağılmaya başlıyor. Bu saptama her birey için geçerli bir durum değil tabi. İçyapısı daha kırılgan, daha zayıf ya da ezik büyümüş bireylerin duygu dünyası bu çarpışmalar karşısında hızla allak bullak oluyor ve birer “mutsuz insan” olarak aramıza dönüyorlar. Hız çağı dedim, çünkü geç kalma korkusu; bireyin başkalarıyla kendini ölçüp biçme veya sistemin dışına itilmeme kaynaklı bir duygu. Aslında bu çöle saplanma hali. Sürekli değişen ihtiyaçlara ve arayışlara hazırlıksız yakalanma, yalnızlaşma ve giderek öz duygusuna geri dönme isteği. Tam da bu noktada başlıyor işte insanın çaresizliği ya da tutunamayışı.
Serkan Türk, önceki öykülerinde olduğu gibi yine tutunamayan karakterler üzerinden kuruyor son öykülerini de. Bu sefer biraz daha büyümüş ve sosyalleşme savaşını verecek yaşa gelmiş kahramanlarla. Bireyin alt duygu ve düşünsel isteklerini, yaşamın diyalektiğiyle yüzleştirerek sorunu tekilleştirmekten ziyade toplumsal gerçeklikler üzerinden irdeliyor. Yalnızlaşan ve yabancılaşan insanı katı bir görüntü dekoru olmaktan çıkarıp sistemi sorgulayan somut varlıklara dönüştürüyor. Bu anlamda Serkan Türk’ün öykü gelişimi ile yarattığı karakterlerin değişimi doğru bir orantıda yürüyor diyebilirim. Yine sıkıntılı, kırılgan, duygusal, yalnız, işsiz ve mutsuz insanları var yazarın. Ama bu kez onları hız çağının bunaltısıyla baş başa bırakmıyor. Genişletici alanlar açıyor, gidilmemiş yerleri gösteriyor, yetişmek için koşmanın anlamsızlığını ve küçük şeylerin gücünü işaret ediyor.
“Kimin gücü kime yeterse o kalıyor ayakta. ‘Aslanım, hadi öldür şunu, canına oku’ diye bağırıyorlar horoz sahipleri. Önceleri komik gelirdi. Sonra sonra alıştım. Yerde kanlar içinde yatan bir horoz düşünür mü civciv olduğu dönemi? Buna kafa yordum cidden bir süre. Şuna karar verdim sonra. Acı her yerdedir.”
“Hadi Öldür Şunu Aslanım” öyküsü, işini gücünü kaybetmiş bir radyo sunucusunun aç kalmamak ve birikmiş kirasını ödeyebilmek için istemeyerek de olsa horoz dövüşlerinde sunuculuk yapmasını işliyor. Kahramanımız aynı zamanda öykünün de anlatıcısı. Kendini “cinayet anlatıcısı” olarak tanımlıyor. Yukarıda da sözünü ettiğim gibi büyümüş ve sorgulamayı öğrenmiş bir karakterle karşı karşıyayız. İnsanoğlunun hırsından kaynaklanan öldürme içgüdüsü başka bir canlıda yok. Öyle ki, bu ilkel zevki ona tattıracak (kendi cinsi de dâhil) her canlıyı kolaylıkla denek olarak kullanabiliyor ve gözünü kırpmadan yaşamına son verebiliyor. Acı her yerdedir, cümlesinden hareketle dünya üzerindeki bütün savaşlara, ölümlere ve her türlü zulme atıfta bulunarak insanın acımasızlığı, öyküdeki kahramanın diliyle sorgulanıyor. İlkelliğin ve ölümün ödüllendirildiği bir ortama itilen mutsuz insan, yol ayrımındadır artık. Kahramanımız, mecbur kalışının geçerli bütün nedenlerine karşın vicdanının çocuk kalan yanına sahip çıkarak aklanmayı seçiyor. Toplumsal trajedilerin insan gerçeğine yönelerek hafifletilebileceği vurgusu diğer öykülerde de belirgin bir şekilde göze çarpıyor.
“Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim ”deki bütün öykülerin başat teması ölüm. Yazar, acılara derinlik vurgusu yaparken ölüm olgusunu özellikle üst perdeden işliyor. Çünkü yaşamın sessizliğini bozan tek gerçek o. Öykülerdeki her bir karakterin yakınından uzağına ya da tanıklığına düşmüş bir ölü var. Kuşkusuz bu gerçeğin öykülerde işleniş biçimi farklı farklı olsa da, okura hissettirdiği duygu aynı: Soğukluk. Ölümün sahiciliğini sorgulayan yazar, “Son Durak” adlı öyküde örneğin; dönüp bir ölünün gözüyle inceliyor arkada kalanları. Bu öyküdeki kurgunun muhteşemliği bir yana, ölü bir adamın kendi ölüm sürecini sorgulaması ile kalbinin ve ruhunun sınırlarını bu gerçeklik üzerinden adlandırmaya yönelmesi sonra da dünyadaki eşiyle iletişime geçme çabaları, yaşamın hep devam ettiği üzerinden yorumlanabilir belki de.
Serkan Türk, kitaba adını verdiği öyküye, “ İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye” cümlesiyle başlıyor. İnsan ister istemez soruyor: Eve dönmelerini istediğimiz ölüler için her daim hazırda temiz birer elbise mi saklamalıyız?
Serkan Türk, “Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim” ile dilin bütün olanaklarını kullanıyor. Özgün ve yalın kalarak. Öyküleme becerisini, zaman zaman şiirin dilinden ama çoğunlukla gündelik cümlelerin havasından soluyarak sağlıyor. İç konuşmalardaki sessizliği, görüntü değişimlerindeki yumuşak geçişleri ve geriye dönüşlerdeki sahiciliği ancak yazarın metin görgüsüne bağlayabiliriz. Disipline bir dilin özgür fırçaları. Çok fazla felsefeye kaçmadan, derin psikolojik çözümlemelere girişmeden ama yüzeysel de geçiştirmeden yerli yerinde betimlemeler. Yazar hep anlatıcı konumda. Durumdan olaya evrilen, soyuttan somuta dönüşen ve arka arkaya okuru diri tutan bir anlatım söz konusu.
Serkan Türk, taşradan ulusala ağır ağır ama kararlı adımlarla yürüyen genç bir öykücümüz. Arka kapakta yazdığı şekliyle söylersem: Türk öykücülüğünün usul usul yükselen sesi…