21 Mayıs 2017 Pazar

Tanrının Yalnız Kırları

Gölge Konuşuyor:
Uzaklık Cehennemi. Geçmişten bir kaç an. Orada öyle asılı duruyor. O anlar hiç yok olmuyorlar. Hayatının en mutlu anları. Başka türlü yaşanır mıydı, konuşulmuyor. Her seferinde gözden kaçmış bir ayrıntı yakalanıyor gibi…
Gledicha. Şair, düzyazı yazmayı ne kadar isterse istesin dili şiirli oluyor. “Bütün griler yerini yeşile bırakıyor.” başlangıç cümlesi zaten bu imgesel ve simgesel dünyaların kapısını aralıyor. Yer ve coğrafya da önemli şiirde. Her şiir, her öykü aynı zamanda bir betimleme örneğidir. Konuşan en zorunun insanın kendisiyle ilgili olanı olduğunu söylüyor. İnsanın bakıp gördükleri, görüp bildikleri var. Ama kendisiyle ilgili olanı en zoru. Çünkü insan kendisine ayna tutamıyor. Bu noktada Serkan Türk okuru çağırıyor yardıma sorular sorarak. Sorularla bölüyor anlatıyı…
Herkesin Yalnızlığı Kendine. Öyle ama sanki yazar daha şanslı bu konuda. Onda da o geçmiş an var ama, o yalnızlığını imgesel olanla ikame etme şansına sahip.
Yusufçuk Kuşları. Şu cümleler öyküyü özetliyor, aynı zamanda da diğer öyküler hakkında fikir veriyor: “Ara sıra başını sallıyordu adam. Dinlermiş gibi yapıyordu. Temize çekiyordu kendi hayatının olmazlarını. İnsanoğlu böyledir, birini dinlerken kendini de dinler…”
Solucan. Bazen bizim öyküyü ölü gömme törenlerine benzetiyorum. Gerçekten yas havasını çok seviyoruz biz. Kaybolan, eksilen şeylerle çok ilgilenir olduğumuzun işaretidir. Öykücüler de damarı yakaladılar bu sayede. Kendi adıma şikayetçi olmadığımı söylemeliyim.
Bakmalar Koleksiyonu. Yalnızlığı çok seviyor bazılarımız. Hatta adamızı işgale hazırlananlara karşı duruyoruz.  Bu da hayatta bizim en önemli şeyin düş kurmak olduğunu gösteriyor…
Kül. Serkan Türk iyi bir trajedi yazarı olduğunu da göstermiş. Euripides’e Sophokles’e özenmiş sanki. Bir lanet miydi birbirini seven çifte musallat olan belli değil ama ölüm belki tek kurtarcılarıydı. Sevgilinin külleri tüm bizlerin utancı gibi havada asılı duruyor halen….
Beni Bir Kere Çevirir Misin? Hangimiz teknoloji çağında şeytana uymayız ki. İnternet ve akıllı telefonlarımız varken özellikle. Kendimizi olduğumuz yerden daha yüksekte göstermeye çalışıyoruz ama bir yandan da o şeyi denemek istiyoruz. Yasağa delme arzusu mu diyelim, uzak olan, bilinmez olanın çekiciliği…
Çini ve Gölgeler. Hayvan olduğumuza dair en önemli emarelerden biri de alışkanlıklarımızdır. Çoğunlukla bizi harekete geçiren, artık içgüdüsel olarak gerçekleştirdiğimiz alışkanlıklarımızdır. Toplumlar belki de bu nedenle değişmiyorlar. Hani kimi kuramların “toplumsal dinamikler” dediği şeyler gerçekleşmiyor çoğu zaman. Ama kimbilir, belki edebiyatın böyle bir gücü vardır.
Ayaklarımı Saklamıyorum. Belki de en sevdiğim öykü. İşte öykünün anahtar cümleleri: “Gökyüzü çocukluğumda bir salıncaktı.” “Anıları çağıran kokular olmalı.”
Küçük Bir Oda. Biraz daha farkına vardım Serkan Türk’ün ne kadar iyi bir öykücü olduğuna. No way out şeklindeki bir öyküyü bir umut kırıntısıyla sunma biçiminden dolayı. Kötü bir çocukluk; öksüz kalma, salgın hastalık yoksulluk vs. Tesadüfen yaşama tutunmuş olmak. Zorluklara dayanmak. Mücadele alanı olmamasına rağmen yaşamda kalabilmek. Tüm bunlar belki mutluluğun kapısını aralayacaktı…
Mercan Hanım’ın Gözleri. Memleketimden insan manzaraları şeklinde bir okuma da yapılabilir öykülerin bütününden. Mercan Hanım’ın öyküsü oldukça tanıdık keza. Ama yaşanmış Mercan  Hanım öykülerinin izlerinin çabucak silinmesine hayıflanmadım değil. Serkan Türk beni utandırdı…
Tanrının Yalnız Kırları. Fotoğraflardan o anı tekrar okumak. Fotoğraftaki boşluk, kendi boşluğumuz. Bir zamanlar orada biz vardık. Şimdi odalardayım ıssızım şarkısı…

bağdaşkurangölge'nin kaleminden.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...