kapının önündeki park etmiş otomobillerin üzerine güneş vuruyor. hatta bende bazen o güneşe aldanıyorum ve sırtımı bir kertenkele gibi dönüyorum güneşe. hergün ağaçlardaki canlanmayı gözlemleyebiliyorum. birkaç haftaya hepsi çiçeklenecek biliyorum. evimin yolunun üzerinde bulunan mimoza ağaçlarını gördüğümde anlayacağım yeniden başlıyor güzel şeyler.
tezer özlü'den leyla erbil'e mektuplar'ını okudum iki gün önce. bir yazarın en kötü dönemleri belki uzakta olmaktır. ülkenden uzaktasın ve yalnızsın onca yabancılığın arasında. insanın en yakın bulduklarına karaladıkları arasında öyle cümleler çıkar karşınıza anlarsınız tüm kırılganlıklarını. en üretken olabileceği yaşlarda sağlık sorunları yaşamış, çeşitli bunalımları atlatmayı denemiş tezer özlü. geride bıraktığı kitaplarda hep varolanı, kalanlarını anlamaya çalıştığını gözlemleyebiliyoruz. "baktığım gördüğüm yaşlılardan, yollardan dükkânlardan zevk alıyorum" diyor mesela bir cümlesinde. herbirinde gördüğü bitmek bilmez yaşam çoşkusunu içinde duyumsuyor. ama yaşam karşı çıkmak değil mi? diye sormayı da ihmal etmez. olanla yetinmek istemez kendi dünyasını kurmaya çalışır. yazın diline kattığı yeni bir söylem var mıdır yok mudur bunu anlatmak derdinde değilim. o kendi dünyasından, kabuklarından dışarı çıkmak için sürekli gagalayarak hayatı yaşamayı denedi. sürekli şoklar gören bedeni yenilmek için hazırdı çoktan.yenildiğinde daha kırküç yaşındaydı. dostuna yazdığı mektuplarda sürekli birlikte olmaktan, sahip olmaktan, özlemlerinden bahsediyordu. yarına bırakmak istemediklerinden belki. gittiği kentlerde aldığı kartpostalların arkasında karaladığı birkaç cümle ile hayatını özetliyordu. en son kimden bir kart aldınız? kime gönderdiniz en son yazdığınız kartpostalı? mektuplar özel tarihlerimiz, gizli hazinelerimiz. benimde bir dönem çeşitli dostlara gönderdiğim mektuplar oldu ama bir kitap olmalarını istemezdim doğrusu. belki bu kitabı okurken alabildiğim hüznü kimse bende görmesin diyedir bu tercihim. şöyle diyor bir mektubunun sonunda "aynı senin dediğin gibi, her şey burada, duygularda, sende, ölüler de... ve yürünecek sokaklar da var. bütün dünya benim, bunu algılıyorum".
bu sabah telefon çaldı. erken saatlerde çalan telefonların, kapı zillerinin içimde hep korkuya yol açtığını söylemeliyim. çocukluğumda oturduğum mahalleden bir komşu annenin ölüm haberini veriyordu ablam. acılar çeken bir kadındı ölen. tezer özlü gibi aynı sarsıntıları yaşamıştı kaç yıldır. göğsündeki hayat kaynağını söküp almışlardı bedeninden. hayat verdiği yerden ölmeye başlamıştı komşu annem. çocukları büyümüş ana olmuş baba olmuştu çoktan. penceresinin önündeki saksıları eşi suluyordu kaç senedir. o balkondan bakarken sokaktaki çocuklara gülümsediğini görüyorum şimdi. yakantop oynuyor çocuklar bağırtılar arasında. iyice küçülmüş yüzü solup gidiyor. artık fırtınaları dinlemeyecek, yağmuru dinlemeyecek... gözlerime dolduracağım yeni bir hayata bakınıyorum hepsi bu.
tezer özlü'den leyla erbil'e mektuplar'ını okudum iki gün önce. bir yazarın en kötü dönemleri belki uzakta olmaktır. ülkenden uzaktasın ve yalnızsın onca yabancılığın arasında. insanın en yakın bulduklarına karaladıkları arasında öyle cümleler çıkar karşınıza anlarsınız tüm kırılganlıklarını. en üretken olabileceği yaşlarda sağlık sorunları yaşamış, çeşitli bunalımları atlatmayı denemiş tezer özlü. geride bıraktığı kitaplarda hep varolanı, kalanlarını anlamaya çalıştığını gözlemleyebiliyoruz. "baktığım gördüğüm yaşlılardan, yollardan dükkânlardan zevk alıyorum" diyor mesela bir cümlesinde. herbirinde gördüğü bitmek bilmez yaşam çoşkusunu içinde duyumsuyor. ama yaşam karşı çıkmak değil mi? diye sormayı da ihmal etmez. olanla yetinmek istemez kendi dünyasını kurmaya çalışır. yazın diline kattığı yeni bir söylem var mıdır yok mudur bunu anlatmak derdinde değilim. o kendi dünyasından, kabuklarından dışarı çıkmak için sürekli gagalayarak hayatı yaşamayı denedi. sürekli şoklar gören bedeni yenilmek için hazırdı çoktan.yenildiğinde daha kırküç yaşındaydı. dostuna yazdığı mektuplarda sürekli birlikte olmaktan, sahip olmaktan, özlemlerinden bahsediyordu. yarına bırakmak istemediklerinden belki. gittiği kentlerde aldığı kartpostalların arkasında karaladığı birkaç cümle ile hayatını özetliyordu. en son kimden bir kart aldınız? kime gönderdiniz en son yazdığınız kartpostalı? mektuplar özel tarihlerimiz, gizli hazinelerimiz. benimde bir dönem çeşitli dostlara gönderdiğim mektuplar oldu ama bir kitap olmalarını istemezdim doğrusu. belki bu kitabı okurken alabildiğim hüznü kimse bende görmesin diyedir bu tercihim. şöyle diyor bir mektubunun sonunda "aynı senin dediğin gibi, her şey burada, duygularda, sende, ölüler de... ve yürünecek sokaklar da var. bütün dünya benim, bunu algılıyorum".
bu sabah telefon çaldı. erken saatlerde çalan telefonların, kapı zillerinin içimde hep korkuya yol açtığını söylemeliyim. çocukluğumda oturduğum mahalleden bir komşu annenin ölüm haberini veriyordu ablam. acılar çeken bir kadındı ölen. tezer özlü gibi aynı sarsıntıları yaşamıştı kaç yıldır. göğsündeki hayat kaynağını söküp almışlardı bedeninden. hayat verdiği yerden ölmeye başlamıştı komşu annem. çocukları büyümüş ana olmuş baba olmuştu çoktan. penceresinin önündeki saksıları eşi suluyordu kaç senedir. o balkondan bakarken sokaktaki çocuklara gülümsediğini görüyorum şimdi. yakantop oynuyor çocuklar bağırtılar arasında. iyice küçülmüş yüzü solup gidiyor. artık fırtınaları dinlemeyecek, yağmuru dinlemeyecek... gözlerime dolduracağım yeni bir hayata bakınıyorum hepsi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder