Sevdiklerinle birlikte bu şehirde son günlerini geçiriyorsun. Doğduğun kentten çok uzakta bir eve, sokağa bakacak olmanın tedirginliğini yaşadığın ilk günler geçip eskimiş. Yağmurun sesiyle denizin hırçınlığını insan yüzlerinden okunabileceğini keşfetmenin heyecanının üzerinden yıllar su gibi… Buranın uzağında başka birine dönüşeceğini biliyorsundur. Geldiği gibi gitmez insan. Giderken başka birini götürür.
İlk geceni hatırlıyor musun Trabzon’da? Karanlık ve sessiz bir gece miydi? Yoksa bir şeylere başlamanın o garip heyecanıyla için içine sığmıyor muydu? Yaşları seninkiyle aynı yüzlere bakarken ne hissediyordun? O ilk günün sonrasında yavaş yavaş tanımak ara sokakları, ışıltılı caddeleri, yokuşu. Dolmuş duraklarını, lokantaları ezberlemek. Pazarları pide yeniliyormuş bu evlerde demek ve sonra bir pidecide almak soluğu. Doğanın güzü yaşadığını bilerek alışmak solan renklere… Bir yılın bitimine doğru bakmak okulun penceresinden. Uzak sözcüğünü içinde hissetmek… Uzakta olmanın cam kırıkları gibi bir yerlerine battığını ve canını acıttığını söyleyecek birilerini aramak etrafında. Sonra kışı, ardından baharı yaşamak hissederek…
Sokaklarında selâm vereceğin insanların günden güne artışı… Telefonunu arayanların çoğuyla aynı kentte yaşıyorsun artık. Karşılaşmaların sonrasında gülümseyen bir yüzle günü sürdürmek. Akşam için planlar yapmak. Sinemanın ya da okulun çıkışında fark etmez sınavlarla ilgili değerlendirme yapmayı sürdürüyorsundur. Her fırsatta uygun fiyatlı otobüs ve uçak bileti aramak bir alışkanlığa dönüşüyor hayatında. Tatil dediğin nedir ki üç günde ben ekleyeyim diyerek bu süreyi uzatmayı seçiyorsun. Yaz tatillerindeyse bir an önce evime dönmek istiyorum şu günler geçsin diye söyleniyorsun. Doğduğun yere ait hissetmemeye başlıyorsun zamanla. Bozkır kurduyken Karadeniz uşağına dönüştüğünü mutlaka anlıyorsun içten içe. Hepsi birkaç senenin içinde oldu. İnsan yeni bir kentteyken yavaş yavaş koza örer kendine. İçinde şekillendiği, geliştiği, büyüdüğü, evrimini yaşadığı bir koza… Ve bir gün o kozanın içinden çıkıp gideceğini de bilir.
Bir kenti kent yapanın fabrikaları, mağazaları, büyük çarşıları ve sokakları değil de insanları olduğunu bilmek. Bunu bilecek kadar büyütmek kalbi.
Bir ev nasıl boşalır? Giysi dolabındaki kıyafetleri yatağın üzerine yığdıktan sonra bazılarını kenara ayırıp, bazılarını valizin içine yerleştirmekle mi? Defterleri, kitapları kutsal bir emanetmiş gibi parmak uçlarınla okşayarak ne yapacağını bilmeden karşılarında uzun uzun bekleyerek mi? Bir ev nasıl boşalır? Çekmecelere attığın notları toplarken birkaç yılını da topluyormuş gibi hissedeceksin mutlaka. Yaptığın yolculukları düşüneceksin. Cama yasladığın yanağın üşüyecek o zaman bir daha. Odanın ortasındaki halıyı katlayıp zemini çıplak bıraktığında ruhunda bir boşluk hissedeceksin. Terliklerini, ayakkabılarını ve kapının arkasındaki süpürgeyi koyacak yer bulamayacaksın bir an. Bunca sene yaşadığın ev birden başka görünecek sana. Duvardaki posterleri sökmeyi için kaldırmayacak. Bu kentteki bütün sabahlarına başlarken oradaydı o şarkıcının posterini. Başka bir odaya, başka bir eve getirsen de sana böyle gülümsemeyeceğinden eminsindir şimdi çünkü.
Bu şehirden geriye ne kalacak hafızanda? Çömlekçinin eskimiş yapıları mı, Kalkınmanın yokuşu mu? Meydan parkının onlarca yıllık ağaçları mı? Gazipaşa’nın denize bakan bir pencere olduğunu mu hatırlayacaksın? Uzun sokağın birden bu kadar nasıl kalabalıklaşabildiğini mi? Maraş caddesinin bunca yıldan sonra tersinden aktığını da gördüm diye mi anlatacaksın soranlara? Bunlarda siyah beyaz fotoğraflar gibi ara ara bakacağın görüntüler. Kentler vardır gömleklere benzer. İnsanı sıcacık tutan kumaşlara benzeyen kentler. Bu kenti kendine yatak döşek yapanlar her yere sırtında götürür anılarını. O yüzden Trabzon, her yerde Trabzon.
Yolun açık olsun demek geçer içimden.