8 Ocak 2018 Pazartesi

Şair, yazar ve radyocu Serkan Türk’ün, Esra Durukan’a edebiyata dair verdiği samimi söyleşiyi sizler için derledik. Çok samimi açıklamalarıyla günümüz yazarlarından sıyrılan Türk’ün bu söyleşisini keyifle okuyacaksınız.

**İnsanın benzediği ağaçtır diyorsunuz. Ve ağaçların soyundan geldiğinizi söylüyorsunuz. Benzer dizeye Furuğ'da rastlamıştım. Ağaç ve kalem ve yazmak arasında sizce nasıl bir akrabalık var?






**Şairler dervişlerin kardeşidir derler. Uzun ruhlu bir cüce hem yerli hem göklü bir ifade. Sonsuzluğu ve çaresizliği aynı anda imgeliyor. Şiir yazarken yüceldiğinizi hissediyor musunuz?

Yücelmek değil de bir noktada ufaldığımı, yok olduğumu hissediyorum. Küçücük gövdemizle, kalbimizle sırtlamaya çalıştığımız dünya bize her seferinde ne kadar ufak olduğumuzu gösteriyor. Hayatın hangi aşamasında gövdemiz bir güçlüğü aşıyor? Şiir yazarken devinim sürüyor. Bu dünyanın devinimi, gövdemin devinimi. ‘Yaşam dediğimiz biraz incinmişliktir belki’, diyen de ben değil miyim? Her şeye rağmen incitmeyi de, incinmeyi de göze aldığımı biliyorum.

**Yazarken dünyayı bir anlığına değiştirebilirken geçmişinizi bir santim yerinden oynatamıyorsunuz der Tomris Uyar. Edebiyat değiştirir. Peki, sizce geçmiş yazarak telafi edilebilir mi?

‘Anılar bitmez, bizi dönüştürür’ü de söyleyen benim. Yazarken belli bir zamanı olduğu andan koparıp geleceğe de taşırız. Telafisi mümkün olmayan geçmiş, geleceği kurmaya çalışanlar için kılavuza dönüşebilir. Edebiyat iyileştirir boşuna demiyorlar. Onca savaş görmüş uygarlık her seferinde yeniden kalkıp ayağa kendine yollar açabiliyor. İnsan da kendi yıkıklarından oluşmuyor mu? Ruhunun iskeletini görmüş biri için acı hatıra yoktur. Yaşanacak gelecek vardır sadece.

**’Sanki kocaman kulağıydım evrenin’ diyorsunuz bir dizenizde. Bu şiirin müzikle, sesle olan ilişkisini mi kast eder?

Yazarın, şairin sesi ritimsiz ve müziksiz düşünülemez bana kalırsa. Yazdığınız her dize aynı zamanda evrenin sonsuzluğunda bir melodiye denk geliyor olmalı. Belki bazıları bağırmaktan hoşlanıyor, yüksek sesle yıkacaklarını sanıyorlar duvarları. Bunca yıl sonra hayatta bulduğum şey bir fısıltı oysa. Onun müziği ile ulaşmaya çalıştıklarımsa duvarın öbür yanında. Şiir toz zerreciği gibi içimizde oradan oraya uçup gidiyor.


** Sık seyahat eden bir yazar olarak, bir mekâna bağlı kalarak yazmak mı yoksa yol halindeyken yazmak mı daha yaratıcı oluyor?

Mekânın kışkırtıcılığı şüphesiz bir avantajdır. İlk defa gittiğiniz bir yerde gözünüz gönlünüz daha bir açıktır. Farklı olanı hemen bulursunuz. Edebiyatımın temelini oluşturan şey yolda olma hali de diyebiliriz. Yol beni işaretlere, hikâyelere ulaştırıyor. Kendimi her yolculukta başka bir şeyin içinde buluyorum. Belki de geçmişte çekilmiş bir fotoğraf karesidir hayatımız. Uzak bir yılda dönüp birinin baktığı.

**Şiirlerinizde mekân olarak otogarlar, balkonlar ve evlerin içleri de geçiyor. Şiir fotoğrafı çekilmeyen anlarla ilgili midir? Yoksa sanıldığı gibi sokakta mıdır?

Şiir sokakta kavramı pek tartışmalı bir konu. Şiir insanın varlığını sürdürdüğü her yerde şüphesiz, hatta bulunmadığı yerlerde daha çok. Ben onu kalabalıklarda da görüyorum, tenhada da. Kımıldayan, duran, çarpan, söze dönüşen, tebessüm eden, dudağın titrekliğinde, alındaki kırışıklıkta. Ev içlerinde, pencerelerde, balkonlarda, uzayıp giden yolda, bakıp durduğumuz tavanda. İç sıkıntısında, gönlün genişliğinde. A’dan başlayan Z’de biten alfabenin bütününde yer aldığını öğrendiğim günden beri peşindeyim.

**Sait Faik ‘yazmasaydım çıldıracaktım,’ der. Yazarın kalemini bir süre için elinden alsak, yaratıcılığını sürdürmek için ne yapardı, ne ederdi?

Benim radyocu olduğum gerçeğini ıskalayarak böyle bir soru sorduğunu varsayıyorum. Uzun yıllar programlarımda daha önce yazmadığım sayısız hikâyeler anlattım. Yazarken ve konuşurken aynı dili tercih ediyorum. Hep anlatan, dinlemek isteğini de bu şekilde ifade eden. Sanırım yine geceleri düş kurmakta zorlananlar, kalbi sıkışanlar, kulağı paslananlar için aralardım sözcüklerin kapısını.

** Bir sanatçının en büyük mutluluğu eserini izlemektir derler. Yazarın mutluluğu nasıldır? (Sadece okur üzerinde bıraktığı etki değil kitaplarınızın sevdiğiniz yazarlarla aynı rafta olması büyük bir gurur olmalı)

Soruyu sorarken yanıtını da vermişsiniz. Günlerce gözünüzün önünde serpilen sözcüklerin, cümlelerin, dizelerin birilerine ulaşması eşsiz bir şey. Ummadığınız evlere giriyor kitaplarınız, bilmediğiniz insanların dünyasından geçiyor. Bu az şey midir? Kitapçı vitrinlerinde, raflarında çok sevdiğiniz, yazdıklarını tekrar tekrar okuduğunuz yazar ve şairlerle bir arada durması da şüphesiz çok güzel bir duygu.


** Öykülerinizde şiirsel dil vurgulanırken kurgu konusundan daha az söz ediliyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Şiir malumunuz edebiyatın zirve noktası. Günümüzde lirizmi daha çok aşağılamak, değersizleştirmek için kullanan bir takım insanlar var. Lirik olunca basit, sığ olduğunu düşünüyorlar sanırım. Şiirsel vurgu konusunu öne çıkaranlarsa metnin ruhunu, dilin ve anlatımın etkisinin tesirinden bahsediyorlar. Giderek hissizleştiğimiz böyle bir dünyada anlatılandan ziyade hisler ön plana çıkıyor ki bu da benim öyküde tercih ettiğim şey. Okurun yakalandığı ilk şey duygunun çarpıcılığı oluyor. Daha sonra anlattığım olayın kurgusuna ve derinliğine kafa yoruyorlar.

** Bak önümüzde yeni bir mevsim kitabınızdaki karakterler için hayatın daha çok içinde oldukları şeklinde yorumlar yapıldı. Bu bilinçli bir tercih miydi? Bir yazar ürettikçe ayakları yere daha mı sağlam basar yoksa alışmaz, uyumsuzlaşır mı?

İlk öykülerim yirmili yaşların başında yayımlandı. O zaman dünya gözümün içinde çok az yer kaplıyordu. Aradan geçen yıllar gözümün ışığına değip geçmedi sadece içimde de yer kapladı. Kafamın içinde günlerce gezdirdiğim karakterleri yakından tanımaya çabaladım. Sokakta, okulda, çalışma ortamında, alışveriş merkezinde, yolculuk zamanlarında karşılaştığım, haberlere konu olan onlarcasını tüm kusurlarıyla tanıyor ve belli bir duygu mesafesinde hikâyeme konuk ediyorum. Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim kendi bütünlüğünde biraz daha büyüdüğüm, kendimi yetişkin olarak ortaya koyma isteğimin ön plana çıktığı öykülerden oluşuyor. İster istemez yazıda da hayatın sınırları içinde de uyumsuzluklarınız, sivri yanlarınızın varlığını saklamaz hale geliyorsunuz.

**İyi eserler, iyi eserler yazdırır. Bir kaç defa okuduğunuz yeri değişmeyen, başucu, kurtarıcı kitaplarınız var mı?

Geçtiğimiz günlerde bir programda ilkokul öğrencileriyle buluştum. Orada bana 5.sınıf öğrencisi şuna benzer bir soru yöneltti. Okuduğunuz bir kitap yüzünden mi yazar olmaya karar verdiniz. Ben de bir kitap, bir yazarı değil birçok kitap yazarı okuduğum için yazar olmaya karar verdiğimi söyledim. Okurken sizi düşündüren, yeni şeyler söyleten kitaplar varsa hayat daha güzel. Ursula Le. Guin’i, Thomas Bernhard’ı, Gabriel Garcia Marguez’i, Paul Auster’ı, Latife Tekin’i, Hasan Ali Toptaş’ı, Tezer Özlü’yü, Emine Sevgi Özdamar’ı, Bilge Karasu’yu dönüp zaman zaman okurum.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...