10 Eylül 2010 Cuma

YOLLARINA BAKA BAKA

Geçen yıl bugün ne yazıyordu gazeteler? Kaç evin tüten ocağı sönmüş, kaçının penceresinden soğuk giriyordu içeri acaba? Zaman çabuk akıp gittiği kadar siliyor geçtiği yerleri. En çok hafızamıza uğruyor o silici. Birkaç gün önce yüreğimizi bulandırmış, içimize dokunmuş şeyleri siliyor. Sonra daha çok boğazımızda yumru oluşturmuş şeyleri. Yaşıyoruz unutarak, kurtularak. O acı dediğimiz de geçiyor. Gülmekten karnımızı tuttuğumuz zamanlarda birer eski anıya dönüşüyor. Özlediğimizi düşündüğümüz yalnız geceler derin nefeslerle eskiyor. Güneşin yükseldiği ve yitip gittiği o mor dağlar kartpostal manzarasına dönüşüyor.



Kararmış bulutlar aniden bastıracak yağmurun işareti gibi belirecek pencerenin dışında. Hep aynı görüntüymüş sandığımız ama sürekli bir devinimle değişen bizi dönüştüren zaman değişik gölgeleri düşürecek üzerimize. Köprünün üzerinden geçen arabalar, kırmızı ışığa yakalanmış aceleci bir şoför ağzındaki sakızı çiğneyecek sinirle ve söylenecek dikiz aynasından bakarak.



“Birine yakalanınca hepsine yakalanıyorsun.“

Oturduğunuz koltuktan çok uzakta bir yerlerde olup biteni düşünüyorsunuz. Duyduğun cümle bir yerinden yakalıyor sizi. Birine yakalanınca…



Hani geçenlerde bir akşam aynı pastanede oturmuştunuz kalabalık bir grup. Sen içeri girip bir masaya oturdun diğerlerinden önce. Çantanı, anahtarlığını, çakmağını bırakıp, yüzünü yıkamak için kalktın masadan. Döndüğünde oturduğun yerde onu buldun. Arkadaşlarının karşısında hararetli bir şeyler anlatıyordu. Yalnız onun yanı boştu. Oturup oturmamak arası kaldın bir an. Sonra gidip sessizce yanına oturdun. İşaretlere inanırdın eskiden beri. Kaç ay geçmişti birbirinizin yüzüne eskisi gibi bakmayalı? O konuştukça, anlattıkça daha çok yalnız kaldın. Oysa her şey eskiden olduğu gibiydi. İkiniz yan yana. Yüzüğünle oynadın. Sıkıldığını belli etmek için en güzel yöntem buydu. Çok neşeli olmaman oradakilerin dikkatinden kaçmadı elbette ama üzerine gelmenin doğru olmadığını düşünecek olmalılar ki, umursamaz davrandılar. Büyük ekran televizyonda kanalları değiştirdi müşterilerden biri. Sonra bir şarkıyı yarıdan yakaladı ve öylece bıraktı görüntüyü.



“Yollarına baka baka kaldı gözlerim / Sene çattı yüreğimde sözlerin / Söyle söyle sana böyle ne oldu yar / Yalvarıram / Çağırıram gel gel gel aralarda kalırsan / Beni incitme yalvarıram yar beni atma terk etme.”



Yan yana duruyordunuz. Varlığının bir zamanlar en büyük anlamı olan kişi değilmiş gibi gözleri çok uzakta başka bir noktadaydı. Acı verir böyle sessizlikler. Biraz abartarak söylemeli belki derisinin yüzüldüğünü hisseder insan. Derinlerden bir yerden içini kazıyordu bu yabancılık. Başka zaman olsa orada bir dakika durmaz kalkar giderdin. Umursamazdın arkandan ne söyleyeceklerini. Erken gidenlerin arkalarından konuşulan şeyleri duyunca şimdilerde bu tür kalabalık ortamlardan en son kalkmayı tercih eder duruma geldin. İçlerinden birileri kıpırdanmaya başlayınca hep birlikte kalkıp arabalarına binip gittiler. Başka zaman olsa çoktan birlikte aynı araca biner uzaklaşırdınız o insanlardan.



Ben ne söylemiştim diyor şoför, birine yakalanınca hepsine yakalanıyorsun diye devam ediyor konuşmasına. Ağzından sakızını çıkarıp attığını göremeyecek kadar başka bir dünyadasın. Nereye gitseniz sizi bırakmayan bir gölge gibi anılarında takip edeceğini biliyorsunuz.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...