Ayşe Keskin: “Rüzgârlı Camlar” İçin ufacık Karalama
“Artık hiçbir sorgulamam yok. Gitgide uzaklaştın! -Hayır en doğru cümle –gitgide kendinden uzaklaştırdın… Her fısıltın derin yarıklar açtı içimde. Üstelik çok zaman önce düştüğüm uçurumlara da benzemiyor bu yarılma. O uçurumlar; seneler senesi karanlık, nemli ve küçük bir odada bütün bir ömrün sorgulamasıyken ve bitirmişken üstelik derinliği… ölümün ruhu o huzura eriştiren tenine dokunup seviştiğim… ve o birlikten ne doğumlar yaptığım zamanlar…
Hiçlikten var olan en değerli şeyin yeni dirimler olduğunu öğreten “ben”le buluşmalar… Ne var ne yok her şeyi bitirip asmışken kendimi ayın tavanına… Üstelik bittiğini zannederken; bütün sorgulamaların, insana ve kendime dair olanını…
Her yeni insanın, yeni sorgulamalara götüreceğini… Yeni kitaplara yeni yazımlara sürükleyeceğini de…
Camların ardından, camların önünde ve üstünde oluşan o gizemli buğuya kadar ne varsa yazacağım!”
deyip bir de yola koyulansa; bu kadar üstüne üstüne gider, hem hayatın, hem geçmiş, hem gelecek dirimlerin!”
Rüzgârlı Camlar’la; okuyucu, yazarıyla birlikte hayatla ve kendiyle içsel konuşmalara giriyor yeniden yeniden…
Yeniden!
Karşılaşmalar!
Çoğu da kendiyle yüzleşmesi belki, el değmemiş sancıların dışavurumu…
Serkan Türk’ün öyküleriyle derinlerden çıkardığı şiirsel uğultuyu duyuyorsunuz. Ve hissettiğiniz şey, hem kendisinin hem de okuyanların içinde yeni f’ay kırıklarına yol açma ihtimalinin yüksekliğini!
İlk kitabı “uzak yaz” da ne kadar hüzünlü, kırılgan bir çocuksa Serkan Türk, Rüzgârlı Camlar’da düşsel, bir o kadar hoyrat ve tehlikeli rüzgârlara açılan pencereler önünde duran kocaman adam.
“Artık hiçbir sorgulamam yok. Gitgide uzaklaştın! -Hayır en doğru cümle –gitgide kendinden uzaklaştırdın… Her fısıltın derin yarıklar açtı içimde. Üstelik çok zaman önce düştüğüm uçurumlara da benzemiyor bu yarılma. O uçurumlar; seneler senesi karanlık, nemli ve küçük bir odada bütün bir ömrün sorgulamasıyken ve bitirmişken üstelik derinliği… ölümün ruhu o huzura eriştiren tenine dokunup seviştiğim… ve o birlikten ne doğumlar yaptığım zamanlar…
Hiçlikten var olan en değerli şeyin yeni dirimler olduğunu öğreten “ben”le buluşmalar… Ne var ne yok her şeyi bitirip asmışken kendimi ayın tavanına… Üstelik bittiğini zannederken; bütün sorgulamaların, insana ve kendime dair olanını…
Her yeni insanın, yeni sorgulamalara götüreceğini… Yeni kitaplara yeni yazımlara sürükleyeceğini de…
Camların ardından, camların önünde ve üstünde oluşan o gizemli buğuya kadar ne varsa yazacağım!”
deyip bir de yola koyulansa; bu kadar üstüne üstüne gider, hem hayatın, hem geçmiş, hem gelecek dirimlerin!”
Rüzgârlı Camlar’la; okuyucu, yazarıyla birlikte hayatla ve kendiyle içsel konuşmalara giriyor yeniden yeniden…
Yeniden!
Karşılaşmalar!
Çoğu da kendiyle yüzleşmesi belki, el değmemiş sancıların dışavurumu…
Serkan Türk’ün öyküleriyle derinlerden çıkardığı şiirsel uğultuyu duyuyorsunuz. Ve hissettiğiniz şey, hem kendisinin hem de okuyanların içinde yeni f’ay kırıklarına yol açma ihtimalinin yüksekliğini!
İlk kitabı “uzak yaz” da ne kadar hüzünlü, kırılgan bir çocuksa Serkan Türk, Rüzgârlı Camlar’da düşsel, bir o kadar hoyrat ve tehlikeli rüzgârlara açılan pencereler önünde duran kocaman adam.