BURAK TOKCAN: Serkan Türk’ün Rüzgâra Fısıldadıkları
Rüzgârlı Camlar*, Serkan Türk’ün ikinci öykü yapıtı. 1977 Trabzon doğumlu öykücü, üç bölümden oluşan kitabında önce “Camlar”ı açıp denizin sesine kulak kabartıyor; bir ara kendini “Rüzgârlar”a ve aşka bırakıyor; son sözü “Bulutlar”a verirken zamanla ve gökyüzüyle hesaplaşıyor.
Serkan sıcak öyküler kaleme almış. Karmaşık söylemlerden uzak duruyor. Yer yer şiirsel bir anlatıma kayarak okuru tekdüzelikten kurtarabiliyor. Öykülerini besleyen en belirgin konu çocukluk. Küçüklüğümüzün o vazgeçilmez hayalet hikâyelerini, ayak direyerek gittiğimiz akraba ziyaretlerini, kan/ter içinde top peşinden koşuşumuzu, aniden kırılan çocuk kalplerimizi yeniden akla getiriyor; bizi “zamanın raylarında” bir gezintiye çıkarıyor. Masumiyeti bir anda hayatla yüzleştirip acıya, ölüme kucak açabiliyor; aşkla soluk alıp nefesini yakabiliyor. Bu geçişlerle okurun dikkatini canlı tutuyor; çocukluktan yaşama doğru çıktığı yolculukta kendine yeni duraklar ediniyor. Maviye ve yeşile açtığı kapılarla, ağırladığı güçlü rüzgârlarla, geçtiği uzun köprülerle doğduğu ve yaşadığı coğrafyadan kesitler de sunuyor.
Rüzgârlı Camlar*, Serkan Türk’ün ikinci öykü yapıtı. 1977 Trabzon doğumlu öykücü, üç bölümden oluşan kitabında önce “Camlar”ı açıp denizin sesine kulak kabartıyor; bir ara kendini “Rüzgârlar”a ve aşka bırakıyor; son sözü “Bulutlar”a verirken zamanla ve gökyüzüyle hesaplaşıyor.
Serkan sıcak öyküler kaleme almış. Karmaşık söylemlerden uzak duruyor. Yer yer şiirsel bir anlatıma kayarak okuru tekdüzelikten kurtarabiliyor. Öykülerini besleyen en belirgin konu çocukluk. Küçüklüğümüzün o vazgeçilmez hayalet hikâyelerini, ayak direyerek gittiğimiz akraba ziyaretlerini, kan/ter içinde top peşinden koşuşumuzu, aniden kırılan çocuk kalplerimizi yeniden akla getiriyor; bizi “zamanın raylarında” bir gezintiye çıkarıyor. Masumiyeti bir anda hayatla yüzleştirip acıya, ölüme kucak açabiliyor; aşkla soluk alıp nefesini yakabiliyor. Bu geçişlerle okurun dikkatini canlı tutuyor; çocukluktan yaşama doğru çıktığı yolculukta kendine yeni duraklar ediniyor. Maviye ve yeşile açtığı kapılarla, ağırladığı güçlü rüzgârlarla, geçtiği uzun köprülerle doğduğu ve yaşadığı coğrafyadan kesitler de sunuyor.
Serkan Türk’ün kitabını ılık bir esintiye benzetebiliriz. Ne sözcükler arasında kaybolup terliyorsunuz ne de sıkılıp üşüyorsunuz. On üçüncü ve son öykünün kapanış cümleleri, yazımın ve kitabın bir özetidir belki:
“Bisikletim merdivenin altında eskiyor. Yaz geçiyor, usul usul da değil geçişi günlerin. Soluyor ortancalar bahçede. Bin dokuz yüz seksen üç yılındayız. Takvimimiz kasımı gösteriyor. Koparılmış sayfalar avuçlarımın arasında. Ağlamışım ve kayıp düşmüş yaşlarım, gittiğiniz günün üstüne.”