3 Nisan 2016 Pazar

İNSANLIĞI KUŞATAN ÖYKÜLER-GAMZE GÜLLER

Serkan Türk iki kitabının yeni baskılarıyla son günlerde adından çokça söz ettiriyor. Rüzgârlı Camlar ve Tanrı’nın Yalnız Kırları, yeni baskıları Yitik Ülke tarafından yapılan öykü kitapları.
Rüzgârlı Camlar Serkan Türk’ün 2006-2007 arasında kaleme aldığı öykülerden oluşuyor. İlk baskısı 2008 yılında yapılmış. Şimdi yeniden raflarda yerini aldı. Tanrı’nın Yalnız Kırları ise ilk baskısından dört yıl sonra yeni yayınevinde yeniden can buldu. Yazarın üçüncü öykü kitabı olması önemli. Bu kitapları okumak Serkan Türk’ün yazı geçmişine dışarıdan bakabilmek ve o günlerden bugüne çizdiği yönü görebilmek açısından önemli. Bu kitaplardan sonra yayınlanmış olan diğer öykü kitabı Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim penceresinden bakıldığında, Türk’ün öyküye başladığı zamandan bugüne kaleminin istikrarlı çizgisi daha da iyi anlaşılıyor.

Serkan Türk’ün öykülerinin en farklı yanı, okuduktan sonra konularının, anlatılan olayların değil, etkilerinin hatırlanması. Duygu yoğunlukları öylesine bir akışkanlıkla işliyor ki içimize, her öyküden sonra durup dinlemek gerekiyor hayatı. Kayıtsız kalamayacağımız bir doğallıkla hayattan sahneleri birbiri ardına fırlatıyor zihnimize. Bize düşen bu kolajın içindeki ana duygunun izini sürmek ve anlatılan karakterle birlikte yürümek. Büyük şeyler anlatmak peşinde değil yeni zaman anlatıcıları gibi. Öyküleri günlük, sıradan, öylesine yaşanmış şeylere dokunup geçiyor. Peşinde olduğu neler olup bittiği değil, o küçücük anların ruhta ve bedende nasıl izler bıraktığı. Kimsenin görmediği bu izler, kocaman öyküler doğuruyor Serkan Türk’ün kaleminden. Yara kabuklarını kaldırıp içine bakıyor ve bize gördüklerini anlatıyor aklından geçen sırayla.
Klasik anlatım kurallarının tamamından uzak, şiirsel bir söyleyiş ve ritim yakalıyor öyküleri. Öykü kişisinin zihnine konuk ediyor bizi ve onun bilinçaltı yolculuğunun derinliklerine sokuyor. Kâh Fazilet oluyoruz göletin başında, arkadaşının sudan cesedinin çıkarılmasını bekleyen, kâh o masum çocuk komşusunun pazardan dönüşünü izleyen. Olayların başı, sonu, sebebi gibi şeyleri anlatma derdi yok yazarın. Bizi anlatının ortasına, ipuçlarını verdiği bir zihin haritasıyla bırakıyor ve bu akışkan düzlemde geçirgen duygularla ilerlememiz için yalnızca küçücük bir ışık tutuyor.
Bu çok katmanlı, zengin öyküler her paragrafta yeni bir söylemin, yeni bir hissin kapısını aralıyor ve bizi çokça düşündüren, aklımıza nakşolan anlarla sarıp sarmalıyor. Kahramanlar arasında kadın-erkek-yaş-sınıf ayrımı yok Türk’ün öykülerinde. Bir kadının zihnini de bir erkeğinkini de aynı netlikle okuyabiliyor ve hissettiklerine inandırıyor bizi bu öyküler. Bu zenginlik pek çok anlatım olanağı sunuyor yazara. Aslolanın cinsiyet ya da yaş değil insanlık olduğuna inandırıyor bizi. Hayata karşı kırılganlığımızın, endişelerimizin, kuşkularımızın bir olduğunu görüyor, eşitleniyoruz satırlarında.
Yapısal bir kaygıyla yazmadığı belli olsa da, kurgudan çok dilin, olaydan çok duygunun peşinde yazar. Atmosferi dille oluşturuyor ve öykü kişileri büyük iç hesaplaşmalar, evrensel kaygılardan ziyade bu dilin içinde kimlik buluyor, nefes alıyor. Sıradan insanın, sıradan dertlerin içinde bu kahramanlar.
Rüzgârlı Camlar; Camlar, Rüzgârlar ve Bulutlar isimli üç bölümden ve on dört öyküden oluşuyor. Kitap ismini Hilmi Yavuz’un aynı adlı şiirinden alıyor. Şiire durduğu selam daha kapaktan belli. Üstelik kitap, Serkan Türk’e ait Soluyorsun isimli bir şiirle açılıyor. Bu da bize türler arası kesin sınırların kalktığını, kitabın içinde farklı lezzetler bulabileceğimiz müjdeliyor. Öykü girişlerinde kullanılan epigraflar da yazarın önemsediği edebiyatçılardan: Cesare Pavése, John Berger, Hilmi Yavuz. İthaflar ise bir yazarın, onu bu kitabı yazmaya götüren yolda kendisini besleyen, güç veren diğer yazarlara teşekkürü gibi okunabilir.
Kitapla ilgili enteresan bir anekdot da Selim İleri’yle ilgili.  Kitabın ilk öyküsü Suda Ölen Yalı, Selim İleri’nin yazmak isteyip de bir türlü kaleme alamadığını bir köşe yazısında belirttiği öykü. Serkan Türk bunu onun için yazmayı deniyor ve öyküyü de yine bu değerli ustaya armağan ediyor.
Tezer Özlü’nün kitap boyunca öykülerin arasında gezindiğini ve Türk’ün onu anlatmaktan, okumaktan vazgeçemediğini görüyoruz. Geçmişin izini süren, yaşanan ve yazılanların üzerine kendi sözünü ilave eden bir yazar karşımızdaki.
Ölüm, yaşam, yalnızlık, ayrılık gibi temaları incelikle işlediği öykülerinde, öykü kişileri bir yerinden hayata tutunuyorlar, her şeye rağmen umut ediyorlar. Rüzgârın yüzlerini yalayıp geçmesi, güneşin aniden bulutların arkasından çıkması ya da bir çocuğun gülümsemesi, gelip tam da hayat gibi kalbimize dokunuveriyor.

Tanrı’nın Yalnız Kırları 16 öykülük bir kitap. Kısa cümlelerle, kısa sayfalar boyunca anlatıyor derdini yazar. Uzun ve tumturaklı cümlelerden, süslü, karmaşık bir anlatımdan uzak duruyor bu kitabında da. Kısa, anlaşılır, imge yoğun ama çarpıcı bir dil kullanıyor. Şiir bu kitapta da alttan alta yürüyor ve kitabın bütününe yayılıyor. Serkan Türk aynı zamanda bir şair. Ama öyküleri kendine has bir şiire evriliyor kaleminde. Öyküden öyküye bir rüzgârın gücüyle savruluyoruz. Öyle bir rüzgâr ki her öykü bittiğinde bizi yeniden kavrıyor koltuk altlarımızdan ve bir sonraki öykünün eşiğine bırakıveriyor. Yazarın algısının ne denli açık olduğu, hayata dair incecik ayrıntıları nasıl da yakaladığı ve şiir gözünün ne denli yetkin olduğu bu öykülerde de açık ediyor kendini.
“Rüyaların insafsız yanları vardır. Olmayacakları olmuş gibi yaşarsın. Uyandığında gördüklerinin, yaşadıklarınla örtüşmediğini anlayıp, içindeki uçurumu derinleştirirsin,” diyor Ayaklarımı Saklayamıyorum öyküsünde. Belki tam da kendi öykülerinden ve hayattaki duruşundan söz ediyor burada. Öykülerin de böyle insafsız bir yanı var işte. İçimizdeki uçurumu sürekli derinleştiren ve bizi, acımızı yalnızca kitapların içinde dindirmeye götüren. Bu uçuruma bakmamız için bizi zorluyor Serkan Türk. Öykü kişileri de kendi uçurumlarıyla karşılaşıyorlar bu öykülerde. Bazısı yalnızca bakıyor, bazısı ona düşmekten kurtulamıyor.
Son kitabı Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim bu şiir dünyasını başka bir evreye taşıyor. Şiir biraz daha derinden, durumlar/olaylar daha görünür bir kanaldan ilerliyor bu kitapta. Ama Türk’ün yazı diline aşina okur, bu şiiri zevkle arayıp izleyebiliyor öykülerin içinde.

Serkan Türk dört öykü kitabıyla, kendi öykü evrenini yaratmış, kendi dilini oluşturmuş ve edebiyat dünyasındaki yolunu belirlemiş bir yazar. Bundan sonra yazacağı öykülerde de onun ayrıntılı öykü dünyasının, karmaşasının içindeki dinginliğin ve bu çoğul anlatım olanaklarının nice örnekleriyle karşılaşacağımızdan eminim.

Varlık Dergisi Şubat 2016 sayısında yer almıştır.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...