9 Mayıs 2011 Pazartesi

Rüya Kasrı İçin Ercan Yılmaz ile Söyleştik.

Ercan Yılmaz'a Sordum..

Ercan Yılmaz, 'Âherli Zamanlar' ve 'İncire Yemin'den sonra üçüncü şiir kitabı 'Rüyâ Kasrı ile okuru selamladı. İstiâre Kuşları, Vera', Acemi Bahçe başlıklı üç bölümden oluşan kitap, Yılmaz'ın şiir yolculuğunda yeni bir aşamayı işaret ediyor. Şairin yaklaşımı ise daha lirik: "İbn Arabî'nin 'hayâl'inden yola çıktım; Gazzalî'nin 'rüyâ'sına vardım."

'Âherli Zamanlar' (2002) ve 'İncire Yemin'den (2007) sonra 'Rüyâ Kasrı' geçtiğimiz kasım ayında yayımlandı. Bu zaman içinde okurla aranda dilediğin bağın kurulduğunu söyleyebilir misin?

Bazı okurlarla bir yer altı ırmağı gibi, bazı okurlarla da âşikâr bir bağ kuruldu galiba. İlk kitabım Âherli Zamanlar'da 'varlıkla yokluk arasına, rüyadan/asma köprüler kurduğumuz' diye bir mısra var. O asma köprülerde kâh hayalî kah da ete kemiğe bürünmüş okurlarla buluşuyorum zaman zaman. Ama itiraf etmeliyim ki, bir okur olarak kendimle istediğime yakın bir bağ hatta ünsiyet kurduğumu söyleyebilirim ki bu durum bana bir hayli keyif veriyor.

"Dün gece rüyamda yokluğu gördüm" diyor Mevlânâ asırlar öncesinde. Rüyâ Kasrı'nda sen kimlerin ya da nelerin yokluğunu gösteriyorsun okuruna?

Benden öncekilerin 'rüyâ' gibi metinlerinden hareketle yazıldı bu şiirler; onların ilhamıyla. Ben, eğer becerebilirsem tabii, başta dünyanın yokluğunu göstermek istiyorum. Dünyada oluşumuza kim şehadet edebilir ki? Meselâ 'ben' diye birinin var olmadığını, vehimden ve hayâlden ibaret olduğumuzu rüyâ diliyle imâ etmeye çalışıyorum. Bazen 'kim kurtaracak beni var olmaktan' bazen de 'olmamaktan yoruldum' diyerek. Velhasıl İbn Arabî'nin 'hayâl'inden yola çıktım; Gazzalî'nin 'rüyâ'sına vardım ben!

Rüyâ Kasrı ne yapmaya çalışıyor diye sorsam...

Bir yandan kendi hâlimce, metaların insan varlığına hakim oluşuna karşı bir tavır geliştirmeye çalışıyorum. Öte yandan da Tanpınar gibi 'En uyanık bir gayret ve çalışma ile dilde rüya halini kurmak...' gibi bir gayretim var. Valery'nin 'büyü üretimi' olarak tanımladığı şiirin, bende 'rüyâ üretimi' olarak tezahür ettiğini söyleyebilirim.

İstiâre Kuşları, Vera', Acemi Bahçe adını verdiğin üç bölümden oluşuyor Rüya Kasrı. Daha çok yaz'ı çağrıştıran şiirler, rüyâ âlemine açılan kapıları yaz'ın odalarında, teraslarında mı karşıladın?

'Uçurum oteli'nde yazıldı Rüyâ Kasrı. 'Ben şiiri bir yaz gününden öğrendim' der Hilmi Yavuz. Ben de varlığımın halkalarını daima yaz günlerinde sayarım. Güneşin, yaz ikindilerinin, meselâ haziran sabahlarının, ağustosböceklerinin hayranıyım ben. Ya benim hayranlığımın suç ortakları?

'Yaz ve Arı ve Erguvân' şiirinde bazı imgeler, bazı şairleri çağrıştırıyor. Taş'ın Birhan Keskin'i, Nar'ın Haydar Ergülen'i, Erguvân'ın Hilmi Yavuz'u anımsattığı gibi. Bir şair geçtiği yollarda karşılaştığı şairlere aynı imgeleri tekrarlayarak mı selâm verir? İmgelerinizden biri de 'dil' mi?

Dil/söz ayrımından hareketle şiirin bir dil meselesi olduğuna ilişkin bir tavır var kitapta. Dil, bir imgeden ziyade şiirin yapıtaşı. Ben, bunu ustam Hilmi Yavuz'dan öğrendim. Yani güllerin şiirde sadece okunabileceğini. Gerisi metafizik boyut bana göre. Zaten metinlerarası yolculuk bende daima tinlerarası bir yolculuğa dönüşmüştür. Bachelard'ın 'anlık bir metafizik' olarak ifade ettiği tecrübeyi de göz ardı etmemek gerek.

Yeniyle değil de geçmişin sözcükleriyle yazılmış bir dil'i neden tercih ediyorsunuz şiirinizde?

Geçmişin kelimeleriyle yazmıyorum; yaşayan ya da yaşamasını istediğim bir dili tercih ediyorum. Divân şairlerinden el almaya çalışan birinin atmosfer kurma çabası diyebilirsin buna. Yani dolaşımdaki dilin ötesinde durmak. Bu, aynı zamanda varolan dile karınca kararınca bir tavır alıştır. Biraz vicdan meselesi yani.

Rüyâ varsa uyanmak, uyanınca bakılacak tabir kitapları vardır. Siz rüyâlarınızı neye yordunuz anlatırken?

Daha görülmeden tabir olunan rüyâların peşindeyim ben. Rüyâ Kasrı'nda varlığın bir rüyâ oluşuna imâ söz konusu. Bir yandan rüyâların hakikatin bir cüzü olduğuna inanan birinin kaleminden çıkmış şiirler olarak da bakılabilir. Ne diyordu Dostoyevski: 'İşte, olup olmuşu bu bir rüya, diye bana dudak büküyorlar. Hakikati rüyalar sayesinde görüyorsam, gerçekmiş, değilmiş, ne önemi var?'

'Şairlerin yaşamı yoktur. Şiirlerdeki yaşama yaşam diye bakarlar. Başka bir yaşam bilmezler' diyor bir söyleşisinde İlhan Berk. Ercan Yılmaz'ın şiiri yaşamıyla ne kadar örtüşüyor?

Şiir ile hayatı ne kadar ayrı tutmaya çalışırsam çalışayım, karşımda dil'in aynası, yalancılığımı her an yüzüme vuruyor. Beni hakikat medeniyetine yaklaştıran bir vasıta şiir. Belki de tüm çabam, şiirim gibi yaşadım diyebilmek için...

Rüyâ Kasrı'ndan sonra ne var yazı masanızda? Şiir dışında başka türde yazdıklarınızı okuyabilecek miyiz?

Şu sıralar, Trabzon'un meşhur Ganita'sı ile ilgili bir kitabı bitirmek üzereyim. Mekânın poetikasına ilişkin bir deneme çabası. Bir de her gün yeni şeyler eklediğim bir Ada Defteri var. Yeni şiirler içinse yaz'ı bekliyorum; İkbal gibi 'Allah'ım bana akıl verdin, divânelik de ver' diyerek...

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...