26 Ocak 2008 Cumartesi

26 Ocak Notu

birden bire aklıma iki binlerin başında yazdığım anneyle sınanan isimli hikâyem geldi. eski yayıncı arkadaşlarımdan sinan'ın iki kitabıma da koymadığım bu hikâyeyi neden çok sevdiğini tam olarak bilemiyorum. yazdığımız her satırın öncesinde yaşanmış, görülmüş, hissedilmiş şeyler var. öyle bir cümle söylüyorsunuz ki okuyucuyu yaralıyorsunuz, gülümsetiyorsunuz, şaşırtıyorsunuz. yazanın bile o anda kestiremeyeceği bir şey bu. hesaplı kitaplı yazanlardan olmadım hiç. içimden geldiği gibi yazmayı alışkanlık edindim. zira doğal anlatımının yerini hiçbir ağdalı söz öbeği dolduramaz.

"Oyuncaklarını kırmakta da böyle hızlı mıydın sen çocukken? ". bu cümle çoğunuz için ilk anlamıyla anlaşılabilir muhtemelen. hızlı ve genç şair kardeşim ertan yılmaz'ın bu satırı yazmasının altında yatan gerçeği bilince başka türlü hissediyorum okurken. zaman zaman bende yazılarımda ilave bilgiler sıkıştırarak en azından nasıl bir ortamda yazdığımı, havanın durumunu, hissettiklerimi, bulunduğum şehir gibi ayrıntıları vererek yazı için klavuzluk yapıyorum. yazı da en çetrefilli yollar gibidir. doğru yoldan gitmezseniz sizi başka bir yerde bırakıverir, kaybolursunuz. az önceki cümleye geri dönecek olursak, kırılan bir kalbin basit bir barbi bebek gibi kenara bırakılması çocuksu bir davranış gibi gözükebilir.

benim hikâyeme gelince o bambaşka bir şeyi anlatıyordu. programımın sıkı takipçilerinden biriyle yaptığım telefon konuşmasının hemen ardından program esnasında yazılmış cümlelerdi. fotoğrafa baktığınızda gördüğün resim değildir gerçek olan. yanyana gülümseyen insanlar bir anda işlerini güçlerini bırakıp karşılarındaki kişiye bakmışlardır hepsi bu. flaş patlar ve herkes eski vaziyetini alır. yıllar sonra fotoğrafa bakan sadece o kısa anı değerlendirir. şimdi şu cümleleri okuduğunuzda hissedeceğiniz şey esas gerçekle örtüşebilir mi?

şöyle demişim o yaz günü öğlesinde.

"durgun bir su iken çamura karıştı yürek, hüzünle. asılı kalan umutlar değildi bu kez. ten, kardeşi olduğu bedene son kez acı bir tokat vurup çekip gitti. gözlerindeki kederi topraklara düşürdün. ellerinde sıcacık duyguların ifadesi bir demet kır çiçeği, dudaklarında sen kadar gerçek bir düş. "annem yok artık" diyen şair kadar içine küsmüş sesin. seni okşayan elleri yok, seni inciten kelimleri yok. "geri dön" diyen sesine aksi cevap yok."...

her yazar aynı şeyi başka türlü anlatır. benim yazdığım hikâyede intihar eden bir annenin çocuğun kalbinde oluşturduğu yıkım, kendine güvensizlik ve tek başınalık duygusunu anlatmaya çalışıyorum. belki intihar, ölüm temasını anlattığım ilk üç cümleden sonra başka bir şeyler yazmalıydım. şimdi bunun bir önemi yok. o anda hissettiğim yanlızca buydu yazdım. sevgili ertan'ın yazdığı o cümlede olduğu gibi. sevdiklerimiz ya kendilerini, ya bizi bir kolu kırık oyuncak bebek gibi bırakıp ortada gidince başka söylenecek bir şey kalmıyor. sevgili sinan'ın neden kitabına bu hikâyeyi koymadın sorusuna gelince şunu söyleyebilirim. kar yağıyor trabzon'a ve bir çocuk üşüyor doğurandan habersiz. bazen aynı şeyleri hatırlatmak hoş bir alışkanlık olmasa gerek.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...