31 Aralık 2007 Pazartesi

Kalbimizin Kuzey Kapısı Trabzon


Havaların soğuması ile birlikte kapandığımız evlerimiz, işyerlerimizin daha havadar olmasını sağlayacak neler yapabiliriz? Bu soru hemen hemen her mevsim ağzımın içinde eveleyerek verdiğim değişik yanıtlarla yerine başka şeylere bırakır. Kimi mevsim okunacak kitapların çoğunlukla roman olması gerektiğini düşünürken, bazı mevsimlerde şimdi olduğu gibi anlatı kitaplarına sığınma ihtiyacı hissederim. Her anı temize çeker bendeki geçmişi.

Kıyı boyu çizmeli balıkçıların ayak seslerini duyar gibi olurum. Suları yara yara ilerleyen motorların içinde bir sis perdesinin ardındadırlar çoğu zaman. Ağları suya atmışlar birazdan çekecekler balıkları. Geceleyin denize çıkıldığı düşünülürse doyasıya sessizliği çekecekler içlerine. Bir bardağa dökülen çay genizden yavaş yavaş aşağıya inerken şehrin ışıkları görülecek denizden. Kıyılar balıkçılar için hem ev demek, hem de gurbet. Trabzon’un geçmiş yüzyıllarını düşündüğümüzde ne çok gurbete giden ve dönmeyenle karşılaşıyoruz. Hep ağlamak kalıyor bekleyenlere. Bu coğrafya sadece deniz değildir elbette. Sıra sıra yükselen dağların, sarp yamaçların bağrında yeşil vadiler uçsuz bucaksız bir gökyüzüne doğru sıralanmış yerleşim yerleri her an horona hazır insanlar. Doğası gereği her an tetikte her biri.

Bu şehre denizden gelebilenler ilk önce dağları görürler. Eteklerinde yan yana yükselen evleri. Son yıllarda evlerle deniz arasına girmiş karayolu görüntüsünü yer yer dalgakıranlar bozabiliyor sadece. Doğu’dan ya da Batı’dan geldiğinizde iyice büyüyen bir şehir görürsünüz. Öyle bir büyümedir ki bu sahil boyunca bir evlik boş arsa, arazi kalmamıştır.

Güneyden geliyorsanız bu şehre o zaman biraz daha başkaca bakabilirsiniz. Zigana tünelinin o boğucu birkaç dakikalık karanlığını geçebildiyseniz ışıkla yeniden mutlu kılacak gözlerinizi.-Tünelleri oldum olası sevmediğimden belki böyle söyleyişim.-Yavaş yavaş karayolunda seğirten aracınızın içinde doğanın tüm güzelliğini özümsemeye çalışırsınız. Hamsiköy’ün dağın eteklerine doğru yer yer serpilmiş köy evlerinde gecelemek geçer içinizden. Az yukarıda her daim yeşil ağaçlar görülüyordur.-Gördüğüm görüntü bir tablo gibidir. Fırçayı sallamıştır ressam ve dağın üzerinde görüp görebileceğiniz en beyaz bulut kümeleri.- Yol giderek dağın göğsüne kıvrılıp vazgeçiyor gibidir. Kışın geçmekteyseniz bu yoldan iyice yavaşlamanız gerekir. Yol kenarlarındaki “kendin pişir, kendin ye” türünde tesisler mola vermek için idealdir. Yedi sekiz kilometre içinde sayısız köprü, köy geride kalmıştır. Trabzon’a giderek yaklaşırken içinde Sümela’yı da barındıran Maçka çıkar karşınıza. Oradadır hep sizi bekleyen ana gibi bakar pencereden. Son yıllarda yapılan binaların arttığı gözlemlense de on sene öncesine göre değişen çok az şey olduğunu bilirsiniz. Hâlâ insanlar birlikte çay bahçelerinde oturur, tarlada kazma sallar, birlikte ağlar bir ölünün ardından. Kentler büyüyünce yabancıları çoğalır demek geçiyor içinden. O yüzden yabancısı en az olan yerlerden biridir Maçka. Trabzon’a bir adım daha yaklaşmak için o kısa tüneli geçip geride bırakırsınız Maçka’yı. –İlçenin kapısıdır o tünel geçince bağrına alır sizi.-

Güneşli bir sabah yaptığınız bir yolculuksa bu değmeyin keyfinize. Sayıları o kadar çokmuş gibi gelir ki sanki küçük köprülerle iki dağ birbirine teyellenmiş gibidir. Yol kenarından akıp gitmekte olan bir dere çağıldar durur. Yaklaşılan kent uzun süredir görmediğin bir dost sıcaklığıyla bekliyordur sizi kapı önünde. Yer yer sanayi siteleri görünüyordur gözünüze. Bir şehrin gelişmişliğinin göstergesi bu yapıların çokluğudur sanırım. Birkaç kilometre boyunca yitip yeniden görülen kömürcüler, benzin istasyonları… Erzurum yolunun başladığı o kavşağa geldiğinizde başınızı kaldırdığınız anda çarpar gözünüze Boztepe.

Bir şehre yukarıdan bakmanın içinden geçmek gibi olmadığını bilirsiniz. Her bina, park ve bahçe oradan minicik figürler gibi görünürken deniz havanın durumuna uygun-belki ruhunuzun durumuna demeliyim- bir rengi giyinmiştir. Özellikle bu kış gününde sıcacık yazları anımsamak için güneşli bir öğlen sonrası oradan baktığımızı düşünüyorum.- Dalının dibine düşmüş bir elma gibi kızarmışsınız memleket güneşinde.

Çiğdem Sezer’in son kitabı Kalbimin Kuzey Kapısı Trabzon’da anlattığı kent duruyor önünüzde. Çocukluğun bir limana bakmakla eş anlamlı olduğu bir başka yer var mıdır bu ülkede? Her çocuk biraz büyük olmak zorundadır okul bahçesindeki ağaçlar gibi. Bu kentin en önemli sanatçılarından Bedri Rahmi’nin söylediği gibi bitirelim bu yazıyı. “Kirazın derisinin altında kiraz / Narın içinde nar / Benim Yüreğimde boylu boyunca / Memleketim var”.

Hiç yorum yok:

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...