31 Aralık 2007 Pazartesi

Zeytin Ağaçları

"Önde zeytin ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim.
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim."

bedri rahmi eyüpoğlu, böyle der bir şiirinde. geçen haziran ayından eylül sonuna kadar hergün zeytin ağaçlarına bakarak akşamı beklediğimden o zeytin ağaçlarının bir büyüsü olması gerekiyormuş gibi hisse kapılmam normal değil mi? kısacık boyları ile güneşin altında bir tarlanın sınır boyunda büyümeye çalışıyordu zeytin ağaçları. onlara dokundum mu? sormayın, üzülürüm. bir başka ülke’de kendi bahçenin dışına çıkamazsın. onlar, dağların önünde bir gölgelik oldular, hiç altlarına uzanamadığım o öğleden sonralarını özlüyorum.

"Boş pencereden
çocuk diri ve koyu tepelerdeki geceye bakardı
ve şaşırırdı tepeleri üst üste yığılmış görmekten
belirsiz ve berrak devinimsizlik.
Karanlıkta hışırdayan
yapraklar arasında, tepeler belirdi
orada güne ait her şey, kıyılar
ve ağaçlar ve üzümbağları apaçık ölüydü
ve yaşam bir başka yaşamdı, rüzgârdan, gökyüzünden
yapraklardan ve hiçlikten"

bugünlerde bir de yukarıya bir bölümünü aldığım pavése'nin şiirine bayılıyorum. gece isimli bu şiir belki benim o zeytin ağaçlarının olduğu köye dönmemi sağlıyordur. sabaha doğru önümdeki vadinin arkasındaki dağın yavaş yavaş belirmeye başladığı o serin zamanlara… güvercinlerin uğultularını nereye koydum bu iç döküşte? ikiyüzlü arzuhalci isimli öykümde diyordu anlatıcı -"güvercinlerden biri kör oldu. uçamazlar oldular. uğultuları kesildi. birkaç gün sonra bir boşluğa bakar buldular yüzümü". aylarca o dağlara baktığımı düşünürken şimdi düpedüz baktığım boşluktur diyorum. ve o tek gün yağan yağmurda toprağın nasıl susuz kaldığını ve düşen her damlayı büyük bir iştahla yudumladığını gördümdü. şimdi bizde karanlıkta belli belirsiz çıkan sesleri düşünüp ürküyoruz. belki cesare pavése'de italyanın santo stefano belbo köyünde yaşadığı 1917 yılında, o çocuk haliyle kendini kırlara vurmasaydı, dinlemeseydi taşın, dağın sesini, soramazdı bu soruyu "değer mi bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?".

saint remy. ve bir ressamın fırçasından tuvale düşürdüğü zeytin ağaçları. ağaçların hemen gerisinde bir ev. yalnızlığımızı mı anlatıyor? o susan ağaçları bir adam niye arkasına alır? dünün aksine bugün hava serin ve cumartesilerinin o yalnızlığı. taş kitabeler, kayıp mezarlar, kurak topraklar, sokak araları, çok az çayır bitmiş bahçelere döndürüyor beni. okuduğum kitabın kapağında suluboya ile yapılmış bir pencere duruyor. sıcacık evleri olsun insanların koyun koyuna yatabilecekleri. küçük bir divana razı insancıklar. hani o rus yazarın hikâyesindeki adam gibi söylüyorum: anacığım, bugünlerde sıkıntılarımın üzerine bir örtü çekeceğim, hepsi yok olup gidecek.

Hiç yorum yok:

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...