10 Eylül 2010 Cuma

ANNEMİN BAHÇESİ VE EVLİLİK ÜZERİNE

Annemin bahçesi. Elime aldığım incecik bir kitap geçmiş bütün yazları, ısırganları, su dolan misket çukurlarını, karayemiş ağaçlarında sallandığım ikindi saatlerini, her dalın yere doğru eğilip gökyüzüne doğru döndüğü anlarda savurduğum sözcükleri, savuramadıklarımı, sakladıklarımı ve sakınımsız döktüğüm gözyaşlarını hepsini yeniden hatırlattığını söyleyemem. Hatırladıklarım vardı elbette. Ellerimi bir poşete geçirip evin yanındaki ağaçların altında ısırganları kestiğimi… Bir süre sonra poşetin arasından ısırganın iğnelerinin ellerimi yaktığını da… Yazları benzer görüntülerle geçmiş birkaç mutlu zaman geçmişin sandığından çıkarılabilir şimdi. İçine beni çekecek bir kitabı okuyacağımı daha ilk sayfalardan biliyorum.
Bir roman kahramanı, ya da karakteri olarak bir yer arıyorum kendime bu sayfalarda. Giderek daha çok ses zihnimde onlarca sözcükle yer ediyor.

Nedense çok suçlu hissediyorum. Sürekli bir şeyleri erteliyor muyum yoksa diye düşünüyorum. O sırada Duru bir gün önce yarım kalan konuşmasını sürdürerek “merhaba” diyor bilgisayar ekranında. Son günlerde onunla paylaşmadığım ne varsa birbiri ardına sıralıyorum.

Yitirişin Öyküsünü okuyorum aynı anda. Tuhaf biçimde okuduğum metin bulunduğum ortamın dışında bir yere beni çekmeyi başarıyor. Mola vermiş olsam dahi hiçbir sözcüğü unutmuyorum. Telefon çalıyor hikâyede. Eski sevgilisinin öldüğü haberini alacak adamın az sonra önce kapıyı kilitleyerek masasına döneceğini ve ağlayacağını henüz bilmiyorum. İnsan ağlamak için kapıyı neden kilitler diye düşünüyorum. Duru, aynı kitabı kendisine alan ortak arkadaşımızdan bahsediyor. Konuşmanın bir yerinde bu kitabı okuduğumu söylüyorum. “Yeşil bir kitaptı, henüz okumadım, bulup bende okuyayım“diyor. O an kitabın renginin yeşil olduğunu fark ediyorum.

Kendi kişisel geçmişimizi de yeniden yazıyoruz geceyle birlikte.
İnsanlara inandım. Günlerin birbiri ardına geçtiğine… Bir an gelip bütün sözcüklerimi gizlediğimi ve sonra yerlerini unuttuğumu düşünüyorum. Karşınızda sizden birkaç cümle beklediklerinde söyleyeceğiniz hiçbir şeyin kalmadığı zamanlardan söz ediyorum. Susuyoruz aylarca. Sonra şunu hatırlıyorum. Eski bir şubat saçlarımı kestimdi. Akşamdı. Soğuk odalara doğru solgun bir ışık vuruyordu. Sana alınan çiçekler soluyor dolapta. Yine bir cumartesi günü olmalı. Nedense o kış günü kokularını sevdiğim çiçekleri ulaştıramıyorum sana.
“Ne bileyim sen vereceksin sanıyordum çiçekleri” diyor Selçuk.
Ama o saatte burada olamam diye söze başlasam da bir şeyin değişmeyeceğini biliyorum. Dolabın kapağını açıyorum. Mutfak çiçek kokuyor bütün akşam. Mutsuz kokuyor çiçekler, solgunlar.

Bir sürü başka şey giriyor araya. Her sabah kaza haberleri okuyorum. Yeni kurulmuş bir parti lideri ülkenin selameti için ilk seçimde kendine oy verilmesi gerektiğini, terörün kökünü kazıyacaklarını sıralıyor. Trafik düzenlemesi konusunda birkaç şoförün görüşünü paylaşıyoruz daha sonra programda. Şimdi okuduğum bu kitabın içinde bunları bana hatırlatan ne var ki? Zihnimizi nerelere götürüyor her cümle. Kitabın kapağındaki salıncak fotoğrafı benim kitabımdakine benzemiyor. Rıza’nın kitap kapağı belirsiz şeyler anımsatıyor.

Okura burada Rıza Kıraç’tan bahsetmelisin yazar!
Daha önce birkaç kitabını da okumuştum. Komşumun Uzun Kızıl Saçlı Sevgilisi adlı öykü kitabının üzerine sahilde oturup saatlerce düşünmüştüm mesela. Sonra Taksim’de bir öğle sonrası ara bir sokakta karşılaşmış çay içmiştik. Pek sevmiştim sohbetini. Kısa filmlerden, öykülerden, dergicilikten… Bir sürü yapmaya karar verilmiş ve sonra vazgeçilmiş şeylerden de…
Çok kişisel şeylere giriyorsun yazar!

Ama tam onun kitabını okurken evlenmek üzerine konuşuyoruz Duru’yla. Daha özelini size açarken bir romancı, öykücüden bahsetmenin ne sakıncası olacak? İnsan evlenmeye karar verdiğinde ne şekilde teklifini yapmalı? Reklam panolarında yapılan evlenme teklifleri son dönemde moda. Benden en çok bekleneni galiba radyo programım esnasında böyle bir teklifi yapabileceğim olmalı. Klasik diğer biçimlerini düşünmüyorum. İnsan böyle bir durumda bütün sözcüklerini yitirecek gibi mi oluyor dersiniz?
-Uzun uzun anlatıp kendini de okuyucuda yoracağına basitçe sorsana sorunu.
Bu teklifin ne şekilde olması gerektiğini düşündüğüm sabah uzaklara bakıyorum. Açılmayan kapılar bakıyorlar bana. Merdivenleri siliyor kapıcı ağzında o yarım şarkı. "Neyleyim köşkü..." Yanım öyle boş, önüm sıra balkonlara bakıyorum.

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...