10 Eylül 2010 Cuma

SAİT AĞBİ

Hayatınız belli dönemlerinde sizinle olan insanlar vardır. Öğretmenleriniz, doktorunuz, bakkalınız, kapıcınız. Onlarla başka türlü bir bağ kurarsınız.

Hayatınızda varlıklarını, önemlerini çok fark ettiğiniz söylenemez. Ama öyle bir an gelir ki aslında yoklukları içinizi dağlar. Sait Ağbi bizim uzun yıllar kapıcılığımızı yaptı. Aileden biriydi. Ona ekmek ya da gazete aldırmazdık. Merdivenleri temizler, çöpleri boşaltır, günlük apartman işlerini yapardı.


Soğuk kış günlerinde kaloriferi üşenmeden sabahın dördünde yakardı. Daha uyanmadan odamız sıcacık olurdu. Ufak tefek bir adamdı. Onu oturduğumuz apartmana taşınmadan öncede tanıyordum. Babamın işyeri aynı apartmanlardan birinin alt katındaydı. O yüzden ne zaman babama uğrayacak olsam, orada durur selamlaşırdık. Apartmanların önünde bulunan çiçekleri sular, toprağı havalandırırdı. Dökülen ağaç yapraklarını, sigara izmaritlerini süpürürdü kapı önünden. Çatıda bir yer onarılacak Sait ağbi oraya çıkar. Duvarlar boyanacak, yine o elinde fırçasıyla görünür duvarın dibinde.



Apartmana kim taşınacaksa önce onu görür, sonra ev sahibini. Çocuklar onun gözlerinin önünde serpilir büyür. Bahçede oynayacak olsalar hep gözleri üzerlerinde olur. İşlerini bitirdiğinde bile sokaktan pek uzaklaşmazdı. Köseoğlu caddesinde Murat’ın Çay ocağının önünde oturup insanlarla konuşurdu. Konuşurdu diyorum çünkü iki bin dokuzun şubatında onu son gördüğüm günün gecesinde son nefesini verdi.



Ambulans kapının önüne geldiğinde biliyorduk onun götürüleceğini. Biliyorduk ölüyordu. Geciktirilemezdi ölümü. Uzayamazdı daha fazla ömrü. Giderek küçülen gövdesiyle ambulansın içine konuldu. Yüzünde her şeyi bilen gören insanların hali vardı. Acısını duyuyordu. Tenini yontarak onu yaşamdan uzaklaştıranın ne olduğunu görüyordu. Kısa sürede kansere yakalanmış ve ölüme teslim olmuştu.



Birkaç ay öncesinde apartman sakinlerinden birinin yakalandığı kanseri konuşuyorduk. İyileşeceksin diyordu ona. Ameliyatı başarılı geçmiş hayata dönmüştü komşumuz. Sait ağbinin başında büyüyen tümörlerden henüz haberi yoktu. Biraz zayıf düşmüş, güçsüz hissetmişti hepsi bu. Yoksa hala her şeye yetişiyordu. Sonra bir sabah ilaç yazdırmak için doktora gitti. O sabah evden çıkarken başka şekilde görüyordu sokağımızı. Belki Erdoğdu yokuşunu her zaman olduğu gibi yürüyerek inmişti şehre. Zağnos’u, Atapark’ı hemen binaların arkasındaki gri denizi görmüştü inerken.



Hepimiz hayatımızı sürdürüyorduk. Hastalandığını duyduk hepsi bu. Sürekli kontrollere gidiyor ve günden güne eriyordu. İstanbul’a ameliyat için götürüldü. Genç bir adamdı. İyileşir deniyordu. Bazı şeylere geç kalındığını daha sonra öğrendik. Yapılacak şey yalnızca özel ilgi göstermek, moralini güçlendirmek için ona yardım etmekti. Apartman sakinleri onun elden ayaktan kısa sürede düşmesine üzülüyordu. Onu gördüklerinde yüzünün giderek başka bir adamı andırmasından dolayı tedirgin olduklarını seziyordum.


O hasta halinde bile bir işe yaradığını hissetmeye ihtiyacı vardı. Bizim dükkânda önünde oturup insanlara bakıyordu. Yaşadığı son aylar onun ve ailesi için oldukça zorluklarla geçti. O sabah ambulans mahalleye geldiğinde onun bir sona doğru gittiğini biliyorduk. İşimi gücümü bırakıp yolun karşısına geçtim. Sedye o sırada araca konuluyordu. Birden bire yirmi yaş yaşlanmış gibi görünüyordu. Ambulans sokağımızdan ayrıldıktan sonra bir süre daha arkasından baktık. Birkaç mahalleli bir şeyler söyleyip havadaki olumsuz duyguyu dağıtmayı denediyse de bir işe yaramadı. Sustuk biz.



Ve o kış gecesinde öldü. Dışarıda soğuk bir hava vardı. Doğum günümdü ve evde yalnızdım. O akşam bir arada olmayı planladığımız arkadaşlarla yan yana gelemedik. Yeni kapıcımız cenazeyi haber verdi. Gelen haber bütün akşam daha da yalnızlaştırdı beni.



Babamın öldüğü sabah bir yandan ağlıyor bir yandan kendi evinden biri ölmüş gibi gelenlerle ilgileniyordu. Sonra bir başka hatırladığım şeyse mahallenin fırınlarından birinin çatısındaki daire gece yarısı yanmaya başladığında panik halinde zili çalıp beni uyandırmasıydı. Bir yandan yangını anlatırken diğer yandan arabanın hemen yanan binanın kenarında park edilmiş olduğunu ve acilen oradan çekilmesi gerektiğini söylüyordu. Uykulu halimde korkmuş ve ne yapacağımı şaşırmış vaziyette anahtarı eline sıkıştırmıştım. Şimdi nedense bu olayları hatırladığım ve yazıya aktardığım saatlerde Sait ağbinin evinin duvarında büyütülmüş bir fotoğrafının var olduğunu, oradan çok sevdiği bu sokağa bakmaya çalıştığını düşündüm.



Bizim sokağa ruh veren insanlardan biri daha erkenden ayrıldı aramızdan. Geriye dönüp baktığımızda ondan bize kalan birkaç sisli anı...

Ömer Kaya yazdı: ÇIKIŞI ARAYANLAR İÇİN BİR ROMAN: AUSGANG

Romanın Konusu: Alışılmış düzende olaya yaslanan, kolay özetlenebilir pek çok metin okumuşuzdur. Bu minvalde çoğu metin, toplumsal bir mesel...